Yani günlerdir yazamıyorum.. Beynim bana azizlik yaptığı için değil.. O ölümü kabul etmediği için herhalde..
Mazlum Göknel..
Asil Nadir beni kovduğunda, Sabah'a gelmiştim, 1990 yılında.. O zaman İkitelli'deki unutulmaz binadaydı sabah.. İngiltere, Amerika ve Fransa'da gidip gezdiklerim dahil, dünyadaki en mükemmel gazete binasıydı o.. Yok yoktu içinde..
Ama benim için Sabah'ı asıl güzelleştiren, o bina mükemmelliğinin daha ötesindeki insan unsuruydu..
Kadro bana hele ilk aylarda mesafeli dururken, o ana dek adlarını bilmediğim bir kaç kişi nasıl sahiplenmiş, nasıl yakınlık göstermişlerdi anlatamam..
Hayatımda ilk defa o binada tanıdığım Mazlum onların başındaydı işte..
Her gün mutlak odama uğrardı, "Merhaba" demek için.. Öğleleri, Beyti Usta'nın liderlik ettiği harika lezzet mutfağından gelen yemekleri yediğimiz restoranlarda (Evet, çoğul.. Bir yığın restoran vardı binada) buluşur sohbet ederdik..
Ne konular çıkardı o yemeklerde..
Mazlum benim gibi Galatasaraylı ve nasıl spor meraklısıydı. Derinlemesine futbol konuşurduk. Yemek biter Mazlum'la sohbet bitmezdi..
Sonra..
Sonra, İşte Hayat!.
Yollar ayrıldı. Telefonlar seyrekleşti.. Dostluk anılara yerleşti..
Hafta sonu bir alt yazıyla "Ah" deyişim ve yanan içim, onu ne kadar sevdiğimi hatırlattı.. İş işten geçtikten sonra..
Bu güya akıllı telefonlara bir program indirmek gerek..
"Falanca dostunu ne zamandır aramadın" diye uyaran bir program..
Beynimizin ihmalciliğini o önler belki..