Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HINCAL'IN YERİ HINCAL ULUÇ

Attila Atasoy “Düş Peşime” diyor!

Yıllar yıllar önce, Baba Yılmaz, Ordu Milli Basketbol Takımı kaptanı, sonra Önce gazetesinde, benim spor servisinde basketbol yazarıydı.. Gündüz Tekinonay'ın ağbisi, bugünün ünlüsü Güntekin Onay'ın amcası Yılmaz Tekin Onay, TRT Televizyonu "Siyaset Dışı Yayınlar" program müdürü olunca "Sil Baştan" diye bir yarışma programına başlamıştı.. Ben sunuyordum. O programda, keşfedip televizyona aldığı Eczacılık Fakültesi öğrencisi bir genci de bana asistan olarak görevlendirmişti, Baba Yılmaz!.
O müthiş becerikli delikanlı sonra pop şarkıcısı "Attila Atasoy" diye ünlendi. Son yıllarda da ortadan kayboldu.. Bir röportajda okudum.. Meğer dünyayı gezermiş.. "Yolun düşerse bana da uğra o zaman" diye yazdım ya geçenlerde..
Elinde bir kitap, bir CD ile gelmez mi?.
İkisinin de adı "Düş Peşime.."
"Niye öyle emir kipi gibi" dedim, "Bunların adları?."
"Şarkının sözlerine bak" dedi..
Baktım.
"İçindeki çocuk büyümesin, diyorsan
Gönlündeki gençlik solmasın, diyorsan
Hayatın her rengine yol almak, istiyorsan
Haydi bakalım, düş peşime,
Düş peşime, düş peşindeysen..."
Yahu tam da bana hitap ediyormuş meğer, eski asistanım..
"İçindeki çocuk büyümesin isteyen.." ben!..
"Gönlündeki gençlik solmasın diyen" ben!..
"Hayatın her rengine yol almak isteyen" ben!.
Hele hele "Düş peşinde olan" tam da ben..
Kim değil ki..
Bize diyor işte, bizim Gezgin "Düş peşime" diye..
"Turistik yerlere gitmedim" diye anlattı..
"Oxford Caddesi'ne, Şanzelize'ye, Times Square'a değil, gitmesi en zor, hatta tehlikeli yerlere gittim" dedi..
Papua'da bir kabileye gitmiş mesela.. Yerel halkın bir bölümü 20 yıl öncesine kadar insan eti yermiş.. Dağlık bölgelerde hala bu geleneği sürdüren kabileler varmış.. Yani, giderseniz, dikkat!.
O söz edince eve gittiğimde ilk Papua sayfasını açtım kitabın..
Yörenin en iyi (!) otelinde kalmış, bizim gezgin.. Üstü mazgallı tavan her gün yağan yağmurda akıyor. O yağmurlu ortam, böcek, sineklerin azmasına sebep oluyor. Bunlar da durmadan sokuyorlar insanı..
Yerlilerin üzerinde tek giyim eşyası var.. Bizim köyde bol yetişirdi, Susak Kabağı.. Üzeriden kesilen kabak, saplı bir maşrapa olurdu. Kuyu ya da çeşme başına koyarlardı, millet su içsin diye.. Ondan adı Susak zaten..
Bu kabağın adı Papua dilinde Koteyka'ymış. Kabile yerlileri, koteyka'nın şişman yani maşrapa olan kısmını değil, sapını kullanıyorlar... Bir kılıf gibi, teşkilatın üzerine geçiriyorlarmış ki, o sinekler ve böcekler, tek kıymetli mallarını sokmasın..
Erkek çocuk, sakalları çıkınca sünnet oluyor ve o zaman kabak kılıfını takma hakkına sahip, yani resmen "Erkek" oluyormuş. Erkek olunca da "Erkekler" kulübesine girme hakkını kazanıyormuş..
Kabilede, kadınlar, erkekler ayrı kulübede yaşıyorlarmış. Çocuklar, "Erkek olana kadar" anneleriyle kalıyorlarmış.. Adet öyleymiş.
Okurken güldüm.. Çocukken Bursa Çekirgede Çelik Palas'a, hamama giderdik, annemler ve Resmiye Teyzemle (Orada öğretmendi.) Bir gün bana "Babanı da getirseydin" dediler de, büyüdüğümü anladım, Erkekler hamamına ilk girişimde nasıl kasıldığımı hala hatırlarım.
Papua yerlilerinde erkekler kısmına gitmek, kadınların "Babanı da getirseydin" uyarısıyla değil, susak kabağı takarak oluyor, yani..
Attila'nın kitabı, uzun uzun anlatan bir seyahatname edebiyatı değil..
Bir gazetecinin not defteri gibi yazmış.. Bu yüzden çok kolay, çok rahat okunuyor.. Koy başının ucuna.. Nereyi merak ettiysen oraya bak..
İşte bir "Mesela" daha..
Dünya Güzeli, Kainat Güzeli yarışmalarında karşınıza ille bir Venezuelalı çıkar.. Ben de hep merak ederim, "Ulan burda Güzel Üretme Fabrikası mı var" diye.. Varmış iyi mi?.
Venezuela bölümünü okuyorum kitaptan.. Ülkede "Güzel Üretme Fabrikaları" varmış sahiden..
Fakir, sersefil gece kondu ailelerinin tek umudu, kızlarını zengin biri ile baş göz etmek. Bunun için de çok güzel olmaları önemli.. Nasıl güzel olacak kız peki?.
İstikamet Güzel Üretme Fabrikası..
8 yaşında hormon tedavisi başlıyor ki, boyu uzun olsun. 12 yaşında popo büyütme ameliyatı oluyorlar. 16 yaşında bağırsaklar alınıyor ki zayıf kalsınlar. Güzel Üretme Fabrikası'nda bir başka zayıf kalma yolu.. Dilin üzerine bir plastik madde yapıştırıyorlarmış ki, yerken tad almasın. Lezzete kapılıp fazla yemesin.. En katı madde yiyorlar ki, yutarken acı çeksinler. Yemek tatsız tuzsuz bir işkence olursa, gel de ye bakalım..
Aylık geliri 50 dolar aileler, bu fabrikalara kız başı ayda 25 dolar ödüyorlar. Anlayın sefaleti ve umutsuzluğu.. Sadece başkent Caracas'ta yüzden fazla Güzel Üretme Fabrikası varmış..
Caracas'ta bir sürprizle daha karşılaşmış Attila.. Bir meydanda Atatürk Heykeli.. Meydanın adı da Atatürk zaten..
Başta Simon Bolivar ve Fidel Castro, bütün Latin Amerika Kurtuluş Savaşçılarının Mustafa Kemal'den nasıl ilham aldıklarının bir başka göstergesi..
İstanbul'da La Casa de Havana'nın kurdelasını keserken karşısına çıkan Atatürk resmine bakıp söylemişti, Küba'yı Amerikan sömürgesi olmaktan kurtaran Fidel "Biz onu iyi tanır ve ilkelerini ezber biliriz" diye..

***
Attila'nın kitabını alın. Pişman olmazsınız..
Okuma keyfi bir yana, bir de hemen o gün, etrafınıza "Biliyor musun" diye anlatacak bir lafınız olur üstelik..
Yani, bana sorarsanız.. Çok ilginç şeyler, Attila'nın yaşadıkları, gördükleri ve yazdıkları..
Hemen alın..
Kamer Yayınları... (0 532 385 3865)

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA