James Last'ın ölüm haberini okurken, farkında olmadan Yıldırım Gürses'in o çok duygulu şarkısını mırıldanmaya başlamışım..
"Elveda, elveda gençliğim
Elveda, ey hatıralar
Elveda mesut günlerim,
Ümit dolu sayfalar..
Yine mevsimler dönecek,
Yine yapraklar düşecek
Giden gençliğimiz
Geri gelmeyecek."
Son zamanlarda, içeride ve dışarıda, gençlik arkadaşlarımız, gençliğimize eşlik edenler öyle fazlasıyla arka arkaya gitmeye başladılar ki..
James Last'ı bugünün gençleri bilmez.. Bizim favorilerimizdendi. Yani, sevgili kuzenim Ahmet'le (Kışlalı) benim..
Kızların gece çıkmaları yasaktı bizim gençliğimizde..
Buluşmalar gündüz olurdu. Öyle gündüz açık diskolar falan da yok.. Ya bir pastaneye gider oturursun, ya da sinemaya gidersin.. Guruptan birinin hafta sonu evi boş olursa, aile bir yere falan gittiğinden parti yaparsın.. "Boş ev var!.."
En müthiş şey o, üniversite kantininde.. "Boş ev var!." parti yapmak demek çünkü!...
Yani dans etme imkanı, yani bakarak öldüğün kıza dokunma, sarılma şansını yakalamak..
Biz bu bakımdan fevkalade şanslıydık. Çünkü Ahmet, ağbisi M. Ali Ağabey'le yaşardı. Yani her zaman emrimize hazır bir evimiz vardı..
Yapacağımız şey, güncel ve popüler, kızların sevdiği plakları toplamak ve "Haydi Parti" demekti..
James Last, en güzel slow parçaları bir araya getiren albümler yapardı o müthiş büyük orkestrasıyla..
Bir de Paul Mauriat vardı, onun gibi büyük orkestrayla en popüler şarkıları enstrümantal çalan.
Enstrümantal parçalar niye sevilirdi?.
Perdeler çekilmiş.. Mumlar yanmış..
Pikapta James Last'ın dinlemeye doyamadığın şarkılarından oluşan Non Stop Dancing albümü dönüyor.
Dansa kaldırdığın kız arkadaşın başını omzuna yasladığında, kulağına şarkının sözlerini mırıldanabiliyor, ya da Özdemir Asaf, Ümit Yaşar, Attila İlhan'ın en güzel aşk şiirlerinden bir iki dize fısıldayabiliyorsun, şarkı enstrümantal olunca..
Bu romantizmi yaşamayanlara hep üzüldüm..
Bir kızın elini tutmanın, saçına dokunmanın hazzının farkında bile olmadan gençliklerini tüketenlere çok acıdım..
James Last gençliğimize imza atanlardandı..
Bu sabah gazetemi açtığımda, gençliğime imza atan birinin daha ölüm haberini gördüm.. Christopher Lee!..
Çocukken korku filmlerinden ödüm patlardı ama, ödümü patlatan filmleri çok severdim..
Hele yanımda sığınacağım Öcal Ağbim olunca..
Gençliğimde korku filmleri ise romantik olmaya başladı..
Christopher Lee'nin kaç kez oynadığını hatırlamadığım Dracula filmleri en başta..
Mezarından doğrulan, korkunç pelerinli, bembeyaz tenli, uzun kanlı dişli genç kızların boyunlarındaki şah damarını ısırarak kanlarını emen bir vampir nasıl romantik olur diyeceksiniz?.
Ya tam o vampir tabutundan doğrulurken, yanınızdaki kız arkadaşınızın eli, sizin elinizi bulur ve sımsıkı kavrarsa..
Christopher Lee, suç ortağıydı gençliğimin.. Yani ben öyle sanırdım. Yıllar sonra, o korkunç sahnelerde elime sarılan kızlardan biri, onları niye korku filmlerine götürdüğümü itiraf edip günah çıkarırken, "Sen öyle zannet gerzek.. Biz niye seninle o korku filmlerine gelirdik sanıyorsun" diyene kadar..
Yıldırım Gürses'in o unutulmaz şarkısı hala kafamda dönüyor..
"Yine mevsimler dönecek,
Yine yapraklar düşecek
Giden gençliğimiz
Geri gelmeyecek."
Ama zerre hayıflanmıyorum.. İçimde zerre ukde yok.. İyi yaşamışım ben dostlar!..
O güzel anılar, öylesine durdukça hep genç kalacağım!.