Başlığın altında ilk hitabım Sevgili Muzaffer Yıldırım kardeşime.. Bu ülkedeki tüm sinemaların nerdeyse yarısı ona bağlı..
Whiplash, yılın en güzel filmlerinden biri.. Bana sorarsanız birincisi..
Mutlak görülmeli.. Ama sinemada görülmeli.. Çünkü, mesela finalde dokuz dakika süren davul solonun tadına varmanız için, mümkün olan en mükemmel ses düzeniyle dinlemeniz gerek. Mars'ın sinemalarında bu düzen var.
Bana sorarsanız, aslında her film, sinemada izlenmeli. Büyük ekranda ve etrafınızda insanlarla.. Onların duygularını da hissederek..
Şimdi sevgili Muzaffer, İstanbul'da sana ait AVM sinemalarının pek çoğunda, "En İyi Film" dahil beş Oscar adaylığı olan bu film oynamıyor.
En popüler sinema kompleksiniz İstinye Park'a bile girmemişsiniz.
Geçen gün, Mevlüt yazdı.. 21 kopyaymış bu müthiş film, topu topu.. Kopya dediğime bakmayın.
Artık masraf değil. Kopya, film değil çünkü eskisi gibi. Digital.. Bir DVD maliyeti nerdeyse..
Niye yok?.
Çünkü sinemaların çoğu on para etmez yerli filmlerle dolu.. Bir kaç güzel, bir kaç da neşeli yerli film gişe yaptı ya.. Önüne gelen film çekmeye başladı. Siz de salonları onlarla doldurdunuz..
Bak Sevgili Muzaffer,
İktisatta,"Kötü para iyi parayı piyasadan kovar" diye bir kural vardır. Hayatın pek çok alanında geçerlidir bu..
Kötü seyirci de, iyi seyirciyi kovar.. Futbol sahalarında olduğu gibi.. Şimdi tribünlere "İyi"leri getirmek için çırpınıyorlar, ama görüyorsun..
Sinemaların iyi seyircisi, "Sadık" seyircidir.
Her fırsat buldukça, sinemaya giden seyirci. Bu seyirci de seçicidir.
Bir anket yapsan.. Yüzde kaçı kaldı, bu sadık seyircinin salonlarda..
Bana sen söyledin, rekor üstüne rekor kıran komik filmlerin seyircisinin aslında tekrar gelenler, iki, üç, beş kez gelenler olduğunu.. Onlar filme değil, gülme sahnelerine geliyorlar çünkü.. Ama "Ateşi yellenerek alevlendirene" gülmek için beş kez gelen o seyirciye güvenme. Geçici seyircidir o, sadık seyirci değil..
Sen Whiplash gibi filmi en gözde salonlarından kaçırırsan, sadık seyircini küstürür, yarın da çok ararsın..
Altın yumurtlayan tavuğunu kesen kadının öyküsünü bilirsin değil mi?.
***
Whiplash'i izlerken gazeteciliğe başladığım günlere döndüm.
Bir sahnede, müthiş oyunu ile "En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Oscar Adayı" olan
J.K.
Simmons, öldüresiye çalıştırdığı öğrencisine şöyle diyordu..
"İngiliz dilindeki en tehlikeli iki kelime 'Good job' dır.."
Good job, sözlük çevirisiyle "İyi iş" anlamına gelir.. Bizdeki karşılığı daha çok "Aferin"dir. Alt yazıda da, "Aferin" kullanılmış zaten..
Öğretmen, öğrencisinin "En İyi" olmasını istemiyordu.. "Olabileceğinin en iyisi" olmasını istiyordu. Bu ikisi arasında müthiş bir anlam farkı var..
100 metreyi 9.50'de koşarsanız, Bolt'un rekorunu müthiş bir farkla kırar, "En İyi" olursunuz..
Ama eğer sizde 9.40 koşacak bir çap varsa ve hocanız bunun farkındaysa, 9.50 ile tatmin olur mu?.
"9.50" ye "Good Job/ Aferin" dedi mi, 9.40'ın yolunu kesmez mi?.
Müthiş bir tartışma konusu değil mi bu?.
Whiplash, işte bu!..
Peki niye beni 1957 yılına döndürdü..
"Good job" değil, "Very Good Job" yapıyorduk aslında, bize sorarsanız, ağabeyim Öcal, Sevgili kuzenim Ahmet (Taner Kışlalı) ve ben, muhalif Yeni Gün gazetesinde.
İktidar telefonlarımızı kestirmişti. Tek haber kaynağımız Anadolu Ajansının bize o zaman teksirle basılıp dağıtılan bültenlerinin verilmesini de yasaklamıştı. Muhabir desen zaten yoktu. Ağbim 100 (10 dolar) Ahmet'le ben 50'şer lira aylık alıyor, 25 kuruş olan dolmuşa bile binemiyor, 10 kuruş diye otobüs bekliyorduk. Gece 12'den sonra otobüs de yoktu. Karda kışta, Ulus'tan Yenişehir'e yürüyorduk, her gece saat 3'lerde.. İş o zaman bitiyordu çünkü.
Haa.. Bir de Sıkıyönetim Komutanlığı saat başı yayın yasakları koyuyordu, ayrıca..
Bu koşullarda gazete çıkarmak mucizeydi.
Ağbim, Ahmet ve ben, her gün mucize yarattığımızı düşünüyorduk.
Ne var ki, ne Genel Yayın Müdürümüz
Cihat Baban, ne de şefimiz M. Ali Ağabey (Ahmet'in ağbisi, bizim kuzenimiz) bir, tek bir kez "Aferin" demiyorlardı. Her sabah söylediklerini şöyle özetleyebilirim.
"Daha güzel olabilirdi.. Şu niye eksik..
Şurası hatalı.."
Öfkeden deliye dönüyorduk. Bazen hüngür hüngür ağlayasımız geliyordu. Yıllar sonra bu defa M. Ali Ağabeyin okulu Yankı'da toplandık..
Aylarca üç otuz paraya çalıştık. Gene mucizeler yarattık, gene bize sorarsanız. Ama M. Ali Ağabey'in ağzından "Aferin" lafını duyanımız olmadı.. Sade biz değil. Onunla çalışan, Yankı Okuluna giden kimse duymadı. Ama o okulda sabredenlerin, M. Ali Ağabeyin öğrencisi kalanların hepsi, bu mesleğin en başarılı isimleri arasına adlarını yazdılar.
M. Ali Ağabey, bizden "İyi.. En iyi" olmamızı değil, yapabileceğimizin en iyisini yapmamızı istemişti işte..
Bizi yetiştiren ilke de o oldu.
"Dünyanın değil, olabileceğinin en iyisi olmak.."
Tam 55 yıl sonra, M. Ali Ağabey'den bir mail aldım, 2012 yılında.. O gün çıkan yazımı okumuş ve hemen yollamıştı.. "Aferin" diyordu..
Hayatımda ilk defa M. Ali Ağabey "Aferin" diyordu bana.. Hemen telefona sarıldım. "Ağbi, galiba yaşlandın artık.. Bana 'Aferin' demişsin de" dedim..
Karşılıklı gülüştük..
Teşekkürler M. Ali Ağabey!.. Nur içinde yat, Cihat Bey!..