Ercan, "Hıncal Bey sağa, trafik lambasına doğru bakar mısınız" dedi.. Baktım ve gülmeye başladım.. Eskilerin "Güleriz ağlanacak halimize" dediği şey bu işte.. Trafik lambalarının yanına levha koymuş belediye, İstanbul'u yönetenlerin aczini itiraf ederek.. "Biz zavallılarız. Başaramadık. Ne olur siz birbirinize acıyın" diyor levhada, alenen resmen..
"Yeşil ışık yandığında klakson çalmayınız" ne demek?.
Yahu bu laf, bu ülkede fıkralara konu oldu..
"Fizikte en kısa zaman hangisidir?.
Işığın yeşil yanmasıyla, kornaya basılması arasında geçen süre.."
Bu kentin herhangi bir kavşağında yaya geçidinde beklemek, ruh hastası olmak için yeterlidir. Her gün yaşıyorum bunu, gazeteden çıkıp karşıya geçerken.. Nasıl insafsızca, acımasızca, haince, hayvanca kornaya basıyorlar.. Hem de ne kornalar. Aracın orijinal kornası yetmemiş, siren taktırmışlar, bir de yasak olmasına rağmen.
Korna sesinin insanın hem ruh, hem fiziksel sağlığını tehdit ettiğini bilim saptamış.
Uzmanlar "Çevre kirlilikleri içinde en tehlikelisi, gürültü kirliliğidir" diyorlar.. "Çünkü sokağın kirine karşı önlem alırsınız.
Ama gürültü kirliliğine vücudun önlemi yok.
Beyinde hasar yapar, ruh hastalıklarına sebep olur. Kulakta hasar yapar, duyma hissine zarar verir.. Kalpte hasar yapar, ritim bozuklukları yaratır ki, çok tehlikelidir."
Bu yüzden dünyanın tüm uygar ülkelerinde korna çalmak yasaktır.. Bizde de yasaktır ha....
Ama lafta..
Devletin her yasağı gibi, korna yasağı da işlemez.
Bu ülkede özellikle trafik yasakları, devletin yokluğunu kanıtlamak için konmuştur sanki..
Anarşinin, terörün ilk dersleri, trafikte verilir.
Diyorum size.. Sabah gazetesinin önü.. En civcivli Barbaros Bulvarı.. Ekip arabaları dolu.
Polis dolu.. Ama aldıran yok.. Herkesin bir eli direksiyonda, bir eli telefonda, bir eli kornada..
Hatta bir elinde de sigara var.. Nasıl yani?.
Ahtapot mu bunlar?. Hayır.. Ama iki elle bunların hepsini yapabiliyorlar, hem de polisin iki gözü ile kendisine baktığını göre göre.. Devlete meydan okuya okuya..
Çünkü bu kentte her türlü trafik suçu trafik polislerinin ve ekiplerinin gözleri önünde işlenir. O yollardan geçen valiler, emniyet müdürleri, trafik müdürleri, trafik polislerinin nasıl göstermelik, halkın nasıl umursamaz olduğunu görürler ama, İstanbul halkının bu makus kaderini değiştirmek için kıllarını kıpırdatmazlar.
Sallarlar başlarını..
Alırlar bizim vergilerimizle maaşlarını.. Ama bize hizmet etmezler. Onların tek patronları, Ankara'dan gelen "Makam"lardır.
Varlarını yoklarını onları rahat ettirmek için harcarlar. Ankara'dan kimse gelmeyince de, yan gelip ense yaparlar.. Bir teki, ama bir teki "Yahu şu İstanbul halkı nasıl yaşıyor" diye merak etmez.. "İşler yolunda mı" diye çıkıp bakmaz.. "Neler yapabilirim" sorusunu aklına bile getirmez.
Ankara'dan kimse gelmesin, tek işleri vardır..
"Ense!.."
Bu satırları yıllardır kaç kez okudunuz?.
10!.. 100!.. 1000!..
Onlara fark etmez. Yüzleri de kızarmaz çünkü.. Okumazlar, aldırmazlar.
Ben meydan okudum, kaç defa..
"Benimle on dakika gelin, size en merkezi yerde, polisin önünde hem de on trafik suçu göstermezsem kimsenin aldırmadığı, yıllardır süren elinizi öper, özür diler, kalemimi kırar atarım" dedim..
Haklı olduğumu bildikleri için "Hadi görelim bakalım" demedi hiç biri..
Demeyecekler de..
Ey halkım!.. Bakın, devleti sıfırlamış bu zavallılar, levha asmış yalvarıyor size..
Onlardan umut kestiğim için ben de yalvarıyorum..
Ne olur "Yeşil ışık yandığında klakson çalmayınız!."