İstanbul Araştırmaları Enstitüsü, 14 Mart 2015'e kadar sürecek sergisinde Osmanlı sanatı araştırmaları ve mimarlık tarihi içinde farklı bir yeri olan Ekrem Hakkı Ayverdi'yi meslek hayatı ve eşsiz koleksiyonuyla ölümünün 30. yılında anıyor.
Ayverdi çok yönlü ve renkli kültür insanı. Enfes baskılı sergi katalogu elde, zengin koleksiyon objeleri ve pano metinleri arasında dolaşırken 'İstanbul Ruhu'yla tanışıyorsunuz.
Fetih sonrası süreçte Osmanlı'nın başkenti İstanbul; İslam'ın Batı'ya açılan kapısı olmuş. Fettan dişi İstanbul, Bizans'tan kalma surlar üzerinde, bu günkü deyimle kentsel dönüşümünü Arabesk bir Batı potasında eriterek sürdürmüş.
Yabancı anadan doğma Padişahların Batı özentili züppeliği ve Osmanlı Sarayının zenginliğinin cazibesi, Batı'nın tüm iş arayan ressam ve mimarlarını İstanbul'a doldurmuş.
Dünyanın en güzel metropolü İstanbul kozmopolit oluşunu, Frenkleşmesini Fatih'lerin analarına, Kanuni'lerin karılarına borçlu.
Napolyon'un dediği gibi "Valide sultanlar bir elleriyle beşik sallarken diğeriyle dünyayı sallamışlar."
Haremin Batı'ya ardına kadar açtığı kapıdan içeri hurra başta Barok, ardından Rokoko, II. Mahmud döneminde Ampir, onları izleyen Neo-Rönesans, arada Neo-Gotik ve Oryantalist bütün Mimari süsleme, bezeme ve yapı sanatları İstanbul'a doluşmuş.
Biz kibarca Eklektik /Seçmeci, diyoruz ama olay düpedüz öykünme..
Öyleki, rahatça, günümüz sloganı klişesi "Küreselleşme'yi Osmanlı keşfetti" diyebiliriz, rahatça.
Mimar Guglielmo Semprini tarafından XIX. yüzyıl sonlarında Tepebaşı'nda inşa edilen tarihi yapı, Sergi binası bile tek başına bu savı kanıtlamaya yeter.
Bu dönüşüm sürecinde mesela Haydarpaşa Garı'nda Alman mimarlarını geçtim Alman ustabaşlarıyla İtalyan taş ustaları kullanılmış.
Sadece sanatlar değil yaşam biçimleri de taklit edilerek taşınmış. Mimariye, gündelik hayata, giyim kuşama, konakların dekorasyonuna varıncaya kadar karışık zevk hâkim olmuş Osmanlı'ya.
Ahmet Hamdi Tanpınar, Beş Şehir kitabında, her şeye rağmen Osmanlı kimliğini koruyabilen bu melez kültür atmosferini değerlendirirken "Kazaskerin sırtında İngiliz, sofu, hanımında Lyon kumaşından çarşaf, üst tarafına asılmış Yesarizade yazması, yüzünde Fransız peçe vardı ama gümrükten geçen her şey Müslümanlaşıyordu" demiştir.
Kentin kahvesi Yemen'den, kiremidi Marsilya'dan gelmiş. Bugünün 'cafe' modası nargile, Osmanlı'da "Zarf" denilen altlıklar içinde "kallavi" tabir edilen kulpsuz veya "Tophane işi" sıkı dokulu pişmiş topraktan oluşan fincanlarda sunulan kahve, onca yıl salt Osmanlı Mirasını oluşturmuş.
Sergide İslami kimliğini koruyan hat sanatının muhteşem örneklerini göreceksiniz.
Bilirsiniz "Kuran Mekke'de indi, Kahire'de okundu, İstanbul'da yazıldı" denir.
İstanbul Araştırma Enstitüsü Meşrutiyet Caddesi No 47 Tel: 0212 334 09 90 www.iae.org.tr