Neil Robertson son vuruşunu yaptı.. Istakayı masaya bıraktı. 9-9 giden maçın final oyununu kazanmış ve şampiyon olmuştu. Rakibi John Perry yaklaştı, elini sıktı. Kutladı. Neil döndü, sandalyesine oturdu ve ağlamaya başladı.
Şampiyonluk göz yaşları değildi bunlar..
Genç adam "Hayır sevinçten ağlamadım. John Perry için çok üzülmüştüm. Birden boşaldım" dedi.. "O benim ustam.. İlk günden beri yanımdaydı. Ne öğrendiysem ondan öğrendim ben.. Şampiyonluk onun için çok önemliydi."
40 yaşındaki Perry, dünyanın en iyi snookercılarından biriydi. Yıllardır hep başa güreşmiş ama bir türlü, tenisin grand slemlerine denk gelen büyük turnuvalardan birinde şampiyon olamamıştı.
Bu belki de onun kariyerindeki son şansıydı. 19 oyunluk maçta önce 3-0, sonra 9-8 önce geçmesine ve şampiyonluğa bir oyunu kalmasına rağmen, genç rakibine yenilmişti.
Onuncu şampiyonluğunu kazanan ve önünde yeni şampiyonluklar için de çok yılları olan Neil Robertson, işte bu yüzden ağlıyordu..
"Madem ağlayacaktın, niye yendin, o zaman" diyenler çıkabilir.. Ama spor işte tam da bu.. Şike yok. Aldatma yok.. Dünya ekranlardan bir "Spor Yarışması" izliyor. O zaman en iyini yapacak, onlara bekledikleri oyunu izlettireceksin. Kazanırsan da, oturup ağlayacaksın!.
O gece futbol değeri sıfır Hollanda- Meksika maçından sonra tesadüfen kaydığım Eurosport'ta hayatımın en unutulmaz spor sahnelerinden birini izledim..
Bence yılın değil, son yılların en güzel "Fair Play" olayıydı..
Spor bu.. Sporun güzelliği bu!..