Nihayet Antalya'yı, Antalya'da geçen hafta sonu geçirdiğim 22 enfes saati anlatmaya sıra gelebildi, sevgili okurlar.. Ama gecikirken çok güzel şeyler oldu..
Milliyet'te Mehmet Tezkan ve Ali Eyüpoğlu, Radikal'de Serhan Bali, harika yazılar yazıp anlattılar Fazıl gecesini.. Serhan'a sözüm yok.. O zaten klasik müziğin en fedakar ve vefakar neferi.. Yıllardır inatla, ısrarla Andante dergisini çıkarıyor.. Müziği de, dergiciliği de iyi biliyor.
Radikal'de de iyi yazıyor..
Mehmet'le, Ali'yi Antalya Atatürk Kültür Merkezi'nde görünce mutlu olmuştum zaten. Yazıları daha da sevindirdi beni..
Müzik, köşelere yayılıyor nihayet.. Nihayet iki üç gönüllünün tekelinden çıkıyor..
Bundan iyisi can sağlığı değil de ne?.
***
Fazıl Say'ın Genel Sanat Yönetmenliğini yaptığı, tüm organizasyonu o bitmez tükenmez enerjisiyle Kadir Dursun'un yüklendiği, 14.
Antalya Piyano Festivali, Fazıl Say'la açıldı.. Belediye Başkanı Mustafa Akaydın Hocamın kısa, özlü ve neşeli konuşmasının ardından Antalya Senfoni geldi sahneye..
Antalya Senfoni..
Düne kadar hayaldi, düşünmek bile.. Bugün ülkemizde kaç senfoni var ve hızla yenileri geliyor, bu hızı kesmek için yerin altından çalışanlara rağmen..
Şef Naci Özgüç'ü tanıyorum, bir de konuk flütçü Bülent Evcil'i.. Piyanonun başına da Fazıl geçti. "Water / Su" adlı eserinin Türkiye Prömiyeri için..
Say'ın bu piyano konçertosunu, biz onu mahkemelerde süründürürken, İsviçre Almanya'nın iki büyük festivali sipariş etmişti. Dünya prömiyeri ağustos ayında İsviçre'de yapılmıştı.
Türkiye'de, bir Fazıl resitalinde, sadece piyanodan bir bölümü dinlediğimi hatırlıyorum, daha hazırlık dönemindeyken..
Antalya'da, orkestra eşliğinde izlediğim, muhteşem bir konçertoydu..
Bakın daha evvel de yazdım.
Gene ayni iddia ile yazıyorum..
Fazıl Say, klasik müziğin kilometre taşlarından, dönüm noktalarından biri.. Bu müzikte yepyeni bir sayfa açtığını gelecekte müzik tarihçileri yazacaklar..
Yani bir müzik bu kadar mı etkileyici, bu kadar mı çarpıcı olur?. Bu kadar mı yaşar, yaşatır..
Konser öncesi Sevgili Dostum Özer (Saraçoğlu) ve ailesiyle 7 Memet'te yemek yiyorduk.. 4 yaşındaki kızı Ayşe "Ben de konsere gelmek istiyorum" dedi..
Kadir'i aradık, "Getirebilir miyiz" diye.. İzin aldık..
Ben ara ara Ayşe'yi izliyorum göz ucuyla..
Bir ara annesine sordu.. "Timsahlar mı var?.."
Ayşe'nin Fazıl'dan da, çalan eserden de haberi yoktu.. "Su"yu çalıyordu Fazıl..
Üç bölüm.. Birinci bölüm Mavi Su.. Denizleri anlatıyor..
Gün ışığında mutlu denizleri.. İkinci bölüm Kara Su.. Karanlık bir gecede bir göl.. İçinde ve etrafında bir yığın yaratık toplanmış..
Ayşe'nin "Timsahlar mı var" dediği tam bu bölüm işte, düşünebiliyor musunuz?.
Bazılarını kendi icat ettiği, pek çoğu hemen hiç kullanılmayan aletleri orkestraya katarak, öyle bir "Göl Gecesi" yaratmış ki Fazıl, Ayşe haklı.. Yaşıyorsunuz o geceyi.. Baykuşlar, guguklar, kurbağalar, hışırdayan dalgalar, o dalgaların üzerinde oynaşan ay ışıkları.. ..Ve son bölüm.. Yeşil Su.. Bu da nehir.. Yüksek dağların tepelerinden doğan, akmaya başlayan, aktıkça coşan, taşan, ama düzlüğe indiğinde yavaşlayan, denize kavuştuğunda artık tamamen sakinleşen, susan nehir..
Su Konçertosu, mesajını tamamlamıştır artık.. "Su hayat verir. Hayat sudan gelir ve suya döner. Su hayattır.."
Büyülenmiş gibi olmuştu merdivenlerine kadar tıklım tıklım dolu salon..
Nehir denize karışır, orkestranın ve piyanonun sesi nerdeyse duyulmaz olarak, konçerto finale ulaşırken, hepimiz büyülenmiştik.. "Olmaz böyle şey" diye haykırdım içimden..
Dışarıya bağırdığım "Bravo", gırtlağımı yırtarken..
Bütün salon ayaktaydı..
Bütün salon çılgınlar gibi alkışlıyordu.. 21. yüz yılın en büyük eserlerinden birini alkışladılar, dakikalarca ayakta..
Naci ve Fazıl defalarca gitti geldiler, selam vermekten yoruldular..
Naci, sololarda harikalar yaratan, kendi aletlerine ek olarak, Fazıl'ın bu müzikte kullandığı o hemen hepsini ilk defa gördüğüm ve duyduğum aletleri de çalan orkestra elemanlarını ayrı ayrı ayağa kaldırıp, tanıttı bizlere..
..Ve Allahtan ara verildi de, 20 dakika dinlenip, kendimize gelebildik de, ikinci yarıyı izleyecek gücü kazandık yeniden..
İkinci yarı, yarın tabii..
Hayatımın en güzel 22 saatlerinden birini, bir güne sığdırmamı beklemiyorsunuz herhalde..