Bugün 10 Kasım.. Atatürk'ü anma günü.. Bir anı seçtim.. Bir mektup.. Cumhuriyet'in yetiştirdiği ilk uluslararası Soprano Semiha Berksoy babasına yazmış..
Bu anıyı seçme sebebim var tabii.. Kulağıma çalındı gene.. Devlet Opera ve Balesi'ni ortadan kaldırmak isteyenler, kulislerini hızlandırmışlar son günlerde gene.. Oldu bittiye getirecekler. Böyle düşünenlere Atatürk'ü hatırlatmanın bir yararı olur mu, onu da bilmiyorum ya..
***
1934 Haziran ayı, Ankara'da büyük heyecan...Atatürk İran Şahı'nı davet etmiştir ve on yıl gibi kısa bir zamanda ülkesinde olan gelişmeleri göstermek istemektedir. Kendi çağdaşlaşması yanı sıra bölgede de öncü olarak gelişmeyi yapmak ister. Opera çok seslilik meselesi olarak önemlidir, "Özsoy" un ilk temsili önemlidir. Atatürk hazırlıkları çok yakından, hatta provalara bizzat gelerek takip etmektedir. Semiha Berksoy Ankara'dan babası Ziya Bey'e yazdığı bu mektupta bir prova ziyaretinden sonra Ata'nın sanatçıları kutlamak için Çankaya'ya davet ettiği geceyi anlatıyor. Bu arada, mektupta hiç düzeltme yapmadım. Semiha ne yazdıysa, nasıl yazdıysa aynen..)
***
Çok Sevgili Babacığım,
Mektubunuzu aldım. Buradaki hareketlerimi beğendiğinizden bahsediyorsunuz... Gene aynı tarzda berdevamım. Hayatla muvaffak olmak için evvela siyasi olmak lazım geldiğini öğrendim. Nimet Vahit Hanıma hürmetlerinizi söyledim, o da size hürmetler ediyor. Bu muhitte gitgide kendimi sevdiriyor ve tanıtıyorum. Bilhassa Şah'ın geldiği gece, bütün kuvvetimle sanatımı sahnede göstermeye çalışacağım. İnşallah muvaffak olurum. Size bu mektubu yazmaktaki yegane maksadım, hayatımda unutulmayacak çok güzel bir hadiseden bahsetmektir. Benim şeker, iyi kalpli babacığım 12 Haziran Salı günü gecesi siz evinizde rahat rahat uyurken, kızınız; Gazi hazretleri ile teşerrüf etti... Bakınız size bu heyecanlı hikayeyi anlatayım.
Salı günü Halkevinde saat 3'de prova ettiğimiz bir esnada, Gazi'nin geleceğinden ve bu işe yakinen alakadar olduğundan bahsettiler. Gazi geldi, locasından provayı seyretti, hepimiz heyecan içerisinde idik. Giderken bravo diye bağırdı. Necip Ali Bey'in sonradan getirdiği havadise nazaran; Gazi, herkesi ayrı ayrı tebrik ettiğini söylemiş. Geceleri 12'ye kadar devam eden provadan sonra, Münir Hayri, Nimet Vahit ve beni otelimize kadar getiriyor...
Henüz yatmıştım. İçimde tuhaf bir heyecan vardı. Uyumaya çalışıyordum. Kapı vuruldu, açtım; otelin garsonu Nimet Vahit'in beni çağırdığını söyledi. Hemen odasına koştum; zavallı kızcağız o da şaşkın bir halde,
- Çabuk hazırlanın Semihacığım, Köşkten çağırıyorlar...
- Hangi köşkten? Dedim...
- Canım yukarıdan, Gazi çağırıyor...
- Emir, telefon ve kapıya da otomobil geldi, dedi.
Şaşırdım... Çünkü ben ancak oyundan sonra ve Gazi pek beğenirse belki köşke çağırır ve gene de -kendimi hesaba katmayarak -yalnız Nimet Vahit'le Nurullah'ı isteyeceğini tahmin ediyordum. Öyle afalladım ki; ben gelmesem olur mu? dedim. Nimet:
-Katiyen, Necip Ali Bey köşkten telefon etmiş, isimlerle çağırılmışız dedi. Nimet Vahit, Semiha Cenap, Nurullah ve piyesi besteleyen Adnan ve Münir Hayri Beyler derhal gelsinler, demiş...
Hemen, Daime Ablacığım gri elbisesini giydim. Kapıda otomobilde Adnan Bey, Münir Hayri bizi bekliyordu.
Son süratle Musiki Muallim Mektebinden de Nurullah Bey'i aldık ve Çankaya yolunu tuttuk. Saat tam 1.5 olmuştu, Ankara gece Paris gibi pırıl pırıl yanıyordu. Bilhassa Gazi'nin köşkü nurdan bir mücevher gibi görünüyor. Dört tarafı balkon gayet modern ve pek büyük olmayan bu köşkün çiçekler ve havuzlarla dolu bahçesinden geçerken bir iki polis noktasına tesadüf ediyorduk. Balkona bir iki kişi çıktı, her taraf gündüz gibi... Kapıda iki üç polis birkaç tane uşak, Necip Ali Bey önde ve arkada tanımadığım bir iki adam daha bize doğru geldiler. Kemal-i hürmetle elimizi sıktılar. Mermerden geniş bir antreye girdik, her taraf çok kıymetli ve modern eşyalarla tezyin edilmişti.
Paltolarımızı çıkardık, kendimize çeki düzen verdik, Necip Ali bey öne düştü. Geniş güzel bir koridor geniş kapılı büyük bir salona açılıyordu. Bu salonda kırmızı kuyruklu piyano ve duvarlara merbut, camlı dolaplar içinde pek kıymetli biblolar, ufak eşyalar bulunuyordu. Tavanda üç tane büyük avize gözleri kamaştırıyordu. (Salonda bulunan yazı masasının üzerinde Richard Wagner'in el büyüklüğünde, başı siyah bereli heykeli duruyordu; bugün bu heykel Anıtkabir'de Atatürk Müzesinde bulunuyor.) Sola yürüdük ve hayatımda hiçbir vakit unutamayacağım bir manzara ile karşılaşmıştım. Gayet geniş bir kapının bize gösterdiği bu tablo çok enteresandı. Modern büyük bir elektrik lambasının altında, yeşil çuhalı siyah bir masanın başına bronzdan hareket eden bir heykel bilardo oynuyordu. Karşısında İsmet Paşa bütün sevimliliği ile ona iştirak ediyordu. Yaklaştık; şöyle bir döndü, Necip Ali Bey, Nimet Vahit Hanımı takdim ederken ben heyecan içerisinde bir saniyelik sıramı bekledim. Nihayet büyük Gazi'nin eli bana uzandı. Takdim edilirken bakamayacağımız zannettiğim gözlerinin içerisine göstermiş olduğu tevazu ve hüs-nü teveccühden cesaret alarak bakabildim. O da benim bir anda ne olduğumu anlamış gibi idi. Sonra Afet Hanımefendiye de takdim edildik.
O bize refakat etti, yer gösterdi. Oturduk, hangi mektepten olduğumu sordu. Geldiğim zaman anlatacağım. Gazi bilardoya devam ediyordu. Sonra yanımıza gelerek büfeye gidelim dedi. Masa üzerinde şampanya, bol şurup, birçok bisküviler ve envai içkiler vardı. Bize birer şampanya verdi. Nimet ve ben sesimiz için birer yudum içmedik. Nimet ve ben piyano ile alafranga birçok şarkılar söyledik. Nimet beni methetti. Gazi hazretleri ve Afet Hanım beni alkışlıyorlar ve herkes alkışlıyordu. İtalyanca olarak Madam Butterfly Operasından Butterfly'ın aryasını söylemiştim, Şükrü Kaya Bey beni Avrupa'ya göndermek gerektiğini söyledi. Sesimi plağa çektiler, orada bir makine var, hemen çekiyorlar, hemen dinleniyor. Sesim plakta çok güzel çıktı. Gazi ve Afet Hanım kulak kulağa benim için bir şeyler konuştular ve alkışladılar. Gazi bravo dedi, mütemadiyen bakıyordu.
Bir taraftan Gazi orkestrası çalıyordu. O gece kız muallim ve ereke muallim mektebinden 40 talebe geldi, koro yaptılar. Sonra Afet Hanım, Paşam müsaade edersiniz hanımlar istirahat etsinler çünkü yarın çalışacaklar, dedi. Gazi dışarı baktı, evet sabah oluyor dedi, fakat bir defa daha büfeye gidelim. Evvela Nimet Hanım'a Hanımefendi ne arzu buyuruyorsunuz, dedi, o hiçbir şey teşekkür ederim, dedi, Sonra bana sordu, şurup efendim, dedim. Bana eliyle bir kadeh şurup ikram etti ve herkesi ayrı ayrı tebrik etti. Otomobillere bindik, bahçe gül kokuları ve kuş sesleri içinde idi. Otele geldik, saat 4'dü. Şah'ın geldiğinden bir gece sonra bizi saraya çağıracağını söyledi.
Ertesi gün Necip Ali Bey sizi Avrupa'ya gönderteceğiz, dedi. Akşam mevzu bahis oldunuz dedi. İşte babacığım bunları amcama da söyle orada amcamdan bahsettim hep, tanıdılar. Şükrü Kaya, bir mahallede oturuyorduk, dedi.
(Amcam İstanbul Üniversitesi profesörlerinden fizyoloji bilgini Kemal Cenap Berksoy, dünya çapında bilim literatürüne adı geçmiş ve keşifleri ile tanınmış bir alimdir.) Bu mektubu haminneme de götür, Daime ablama da ver emi babacığım. Ablamın, Güner'in, senin gözlerinden öperim. Bütün soranlara selamlar, amcamın ve yengemin hürmetle ellerinden öperim.