Geçen hafta iç savaşın ateşkesle sona ermesinin 60. yılı kutlandı, her iki Kore'de.. Aslında biz de kutlamalıydık. Çünkü savaşın taraflarından biriydik. Demokrat Parti Hükümeti, NATO'ya kabulümüzü kolaylaştırmak için, Güney Kore'nin yanında savaşmaya karar verdi. Bir tugay yolladık.
Çin'in, Kuzey Kore yanında savaşa girmesi, Birleşmiş Milletler'in ilerleyişini durdurmuş, çekilme başlamıştı. Amerikan kolordusu tümüyle imha edilecekti. Türk Tugay'ı feda edildi. Kunuri'de Çinlileri geciktirme ve Amerikalılara çekilecek zamanı kazandırma görevi bize verildi. Kunuri'de harikalar yarattık. Amerikalıları kurtardık ama Tugay'ın nerdeyse yarısını kaybettik.
1988'de Olimpiyatlar için Seul'a gittiğimde, şehitliğimizi ziyaret ettim. Pırıl pırıl duruyordu. Koreliler iyi bakmışlardı şehitliğimize. Ne var ki gençlerin hemen hiç biri, Türklerin orada, kendileri için savaştığını bilmiyordu.. Kenar kahvelerde bir iki yaşlı adamla oturduğumuzda "Aaa. Türksünüz" dediler.. Yaşlılar, sadece..
Olimpiyatların boş günlerine, organizasyon komitesi, ülkelerini tanıtma turları koymuştu, biz gazeteciler için.. Hepsine katıldım..
Birisi Samsung tesislerineydi. O zaman yeni yeni bir televizyon markası olarak duyuluyordu, Japonlara, Sony'ye rakip güya. Ama bugünün Çin markaları gibi itibarsızdı.. Girişte ulusal kıyafetleri içinde yaşlı bir Koreli'nin heykelini gördük. Samsung çiftliği ve tesislerinin kurucusu imiş. Samsung aslında yiyecek tarımı yapan ve işleyen bir çiftlikti, uçsuz bucaksız.. Duvarda çiftliğin bir planı vardı. Eni metreler, boyu metreler.. Gezdiğimiz televizyon tesisleri, o devasa alan içinde, küçük parmağımın tırnağı kadardı.
"Bu Koreli palavra" dedim içimden.. "İşin sahibi Amerikalılar.. Ucuz işçi diye gelmiş fabrikalarını burda kurmuşlar.."
Ateşkesin 60'ıncı yılında, Kore'yi ve dünyayı kurtarmaya giden Amerika'nın "otomobil" deyince akla gelen ilk ve tek şehri Detroit, Obama'nın milyarlarca dolarlık desteğine rağmen iflasını ilan ederken, o savaşta nerdeyse yok olmuş Kore'nin Hyundai ve Kia markalı arabaları başta Amerika, dünyanın her yerinde takır takır dolaşıyor.
Samsung, yıllarca Kore'yi işgal altında tutup sömüren Japonya'nın Sony'sini, sonunda cep telefonu işinde de vurdu geçti..
Peki, o minnacık Kore, bu mucizeyi nasıl gerçekleştirdi?.
"Savaşın küllerinden doğan dinamo" başlıklı New York Times makalesinde Alice Rawsthorn "Güney Kore geleceği şekillendiren bir süper güç haline nasıl geldi" diye soranlar için anlattı.
Girişini aynen alıyorum..
"'Endüstriyel Tasarım' terimi Güney Kore'de 1960'lı yıllarda duyulmağa başladığında, ülke umutsuz derecede fakirdi. Yıllar süren Japon işgalindeki sömürü ve Kuzey Kore ile aralarındaki vahşi iç savaş, ülkeyi tüketmişti. İlk tasarım okulu açıldığında Samsung, elektronik işine yeni yeni giren bir tarım ekonomisi kuruluşuydu.
Yarım asır sonra, Güney Kore bugün dünyanın en dinamik tasarım merkezlerinden biri. Dünya pazarını, geleceği şekillendiren ürünleriyle elinde tutuyor. Akıllı telefonlar ve likid kristalli ekranlar deyince Güney Kore en önde.
Samsung, Apple'ı devirebilecek tek rakip olarak hızla gelişiyor. Her yıl ortalama 25 bin genç, "Tasarım" diplomalarıyla üniversite bitiriyorlar. Bu sayı, Çin'in arkasından dünya ikincisi.."
Güney Kore'nin değişiminde tasarımın rolünü "Kore'nin Gücü: Tasarım ve Kimlik" adlı sergiyi gezerken çok iyi anlamış yazar..
"Önce küresel tasarımlarla dünyaya yayılan Güney Kore, şimdi köklerini artistik tarihinden alan tarihine ve kendi kültürüne yöneliyor. Güney Kore, stratejik araçlardaki tasarımları ile hızla gelişen tek ülke değil. İtalya, Danimarka ve özellikle savaştan yenik çıkan Japonya ve en yakınlarda da Çin de tasarımla gelişti."
Yazıyı okurken Prof. Dr. Murat Barkan'la birkaç yıl önce yaptığım ve bu sütunlarda yazdığım sohbet aklıma geldi.
Yaşar öğrencileri bir sohbet için İzmir'e davet etmişlerdi. Sohbet sonrası, rektör, Prof. Barkan'la önce okulu dolaşmış, ardından yemek yemiştik..
Rektör "Biraz evvel gördünüz.. Bu üniversite en çok tasarıma önem veriyor. Tasarım çağımızın mesleği. İlerleme tasarımla mümkün.. En büyük amacım, Yaşar Üniversitesi'ni tümüyle bir 'Tasarım Üniversitesi' haline getirmek" demişti.
İzmir bir limanken, zenginliğini ithalat, ihracat ve sanayiye bağlayan kent, gemilerin yerini dev kargo uçakları alınca düşüşe geçti. Liverpool gibi.. Lizbon gibi.. Sanayi tesisleri de, hızla gelişen ve ucuzlayan rakiplerle baş edemediler.. Genişleyen kentin içinde kalmaya başlayan fabrikalar, rantiye sitelere dönüşür oldu..
İzmir'in ekonomik ufkunda "Üniversite kenti" olmak yatıyordu. Yaşamın ucuzluğu kolaylığı öğrencileri İzmir'e çekebilirdi.
İzmir'i üniversite kenti yapmak, hükümet politikası ve yerel yönetim planlama ve destekleriyle mümkündü. Bu destek sağlanmadı ne yazık ki.. İzmir üniversiteleri kendi çabalarıyla ayakta kalma savaşı vermeye devam ediyorlar.
Murat Barkan Hocam, Yaşar'ı ne derece "Tasarım Üniversitesi" yaptı, onu da bilemiyorum. Çoktandır gidip gezemedim çünkü..
Ama "Tasarım" ın çağın mesleği olduğunu artık çok iyi biliyorum!.