Yıl 1986..
Mexico City'ye gittim. Dünya Kupası finalleri için. Kupa bir hafta önce başlamış. Ben ilk turun sonunda katıldım. Sinyor (Can Bartu) başından beri orda olanlardan..
"Yarın sabah, 9 otobüsüyle stada gideceğiz" dedi..
"Sinyor, maç 12.00'de" dedim. Avrupa'ya uysun diye yayın kuruluşu maçları o cehennem sıcağına aldırmış..
"Ancak varırız" dedi, Sinyor..
"Niye stat o kadar uzak mı?."
"Aslında 45-50 dakikalık yol.."
"O zaman niye 3 saat evvel çıkıyoruz?.."
"Görürsün" dedi Sinyor..
Gördük..
Bizim otelin olduğu Chapultepek'ten (Aztek dilinde haydut, çapulcu tepesi demek, Orta Asya Türkçesi'nde aynen.) Aztek Stadı'na beş şeritli bir otoban var. Çıktık otobana, 120 falan gidiyoruz.. Sonra aniden yavaşladı otobüsümüz ve durdu. Gördüm.. Halk yolu boydan boya kesmiş.. Kafalarında sombrerolar, üzerlerinde işlemeli o yerel kostümler, ellerinde gitarlarla mariacchiler şarkı söylüyor, kadınlı erkekli insanlar dans ediyor.. Otobanın ortasında.. Biz, polis eskortlu Dünya Kupası araçları bekliyoruz.. Yanda, zamanın FİFA Başkanı Havalange'ı taşıyan limuzin dahil.. Etraf polis dolu, ama sadece seyrediyorlar..
Sinyora baktım.. Güldü.. "Daha dur" dedi..
Stada varana dek, beş defa daha durduk.. Manzara ayni.. Yolu yüzlerce insan kesmiş.. Şarkı söyleyip dans ediyorlar. Canları isteyince açıyorlar, geçiyoruz..
Maçın başlamasına 15 dakika kala stada varabildik.. Dünya Kupası bitene kadar hep böyle oldu..
Bir Meksikalı gazeteciye sordum.. "Ne oluyor, niye polis yolu açmıyor" diye..
Cumhurbaşkanı emir vermiş.. "Bu Dünya Kupası, Meksika halkının da biraz dertlerini, kederlerini ve sıkıntılarını unutmalarına vesile olacak. Olay çıkarmayan halka kesinlikle müdahale edilmeyecek. Konuklar biraz beklesin, zararı yok.."
Polis, final maçı dahil bu emre hep uydu.
Ordan Amerika'ya geçtim.. Washington'a.. Geziyoruz.. Tabii Beyaz Saray da listemizde.. Halkın ve turistlerin Beyaz Saray'ı gezme hakları var. Günler ve saatler belli. Amerika Başkanı'nın evi ve ofisi olan binayı dolaşmak serbest.. Gittik ki, Beyaz Saray bahçe duvarı var, alçak.. Bu duvarın önünde insanlar, ellerinde pankartları sallayarak dolaşıyorlar, bir aşağı, bir yukarı.. Pankartlarda başkanı protesto eden sloganlar var. Polis de onları sessizce izliyor.. Benim Ankara'mda Çankaya Köşkü'nün bulunduğu caddede arabayla geçerken yavaşlamak bile yasakken.. Polis hemen uyarıyor, durur gibi olanları..
Yıl 2013!..
Çarşı, toplanmış.. Tarihi İnönü Stadı'nda son maç.. Veda edecekler.. Veda, Beşiktaş'tan Dolmabahçe'ye yürüyüşle başlayacak.. Alışılmış bir manzara, yıllardır. Bu defa "Son" olduğu için biraz daha kalabalıklar..
Kalabalık birden polis baskınına uğruyor..
"Dağılın!.."
"Bre aman!.. Ne dağılması?. Neden?.." demeye kalmadan, nerden çıktıkları belli olmayan üç Yunus, yani motosikletli polis tabancalarını çekip havaya ateş açıyor "Dağılın" diye haykırarak.. Gerçek kurşunlarla..
Panik başlıyor..
Bu defa, yaya polis ordusu, biber gazı ile hücuma geçiyor.. Ayılanlar, bayılanlar.. Öyle gaz sıkıyorlar ki, Antep'te olduğu gibi stat da etkileniyor.. Yaralananlar, tutuklananlar..
Bu polis dehşetinin, terörünün sebebi ne?.
Çarşının tam karşısında Dolmabahçe Sarayı avlusunun sonu var. Bu avlunun sonunda da "Başbakanlık İstanbul Çalışma Ofisi.."
Başbakan da İstanbul'da..
Anladınız değil mi?.
"Ya gelirse.."
"Ya gelirse" diye yolu açık tutmak lazım..
Yolu açmak için de, yüzlerce insanın toplandığı alanda havaya ateş açmak, panik yaratmak ve biber gazı ile saldırıp, bir güzel kutlama ve vedalaşma gününün içine etmek var..
Ya gelirse..
Bunu yapan kim?.
Polis!..
Kimin polisi?.
İşte orda durun.. Sorun da tam burada..
İstanbul'da vali ve emniyet müdürü kafasına göre polis, halkın polisi değil.
Onların tek bir amacı var..
Başbakanı kendi halkından korumak ve ona yolları açık tutmak.. Bakanlara yolları açık tutmak.. Kendilerine yolları açık tutmak.. Halk zerre umurlarında değil. Emirlerindeki polisleri halkın üzerine saldırtmak için zerre tereddüt etmiyorlar..
Biber gazı, ellerinde oyuncak oldu. Kilolarla sıkıyorlar..
Halka karşı devletin polisi.. Ya da polis devleti..
Görüntü aynen bu, sadece İstanbul'da değil. Yurdun dört bir yanında..
Bir yanda PKK'ye el uzatıp, çözüm sürecine giren ve terörü sona erdirmek yolunda önemli adımlar atan devlet.. Öte yanda, polisini kendi halkı üzerine acımasızca ve çocuk, kadın demeden, hedef göstermeden saldırtan devlet..
Şimdi AKP'deki akil adamlara soruyorum..
1 Mayıs'ta tüm İstanbul'da ve geçen cumartesi Beşiktaş Meydanı'nda yaratılan polis terörü, AKP'nin İstanbul oylarını nasıl etkiler sizce?.
Bunu düşünen tek kişi yok mu bu partide, hadi vatandaşı falanı, filanı geçtik.. Siyasi bakımdan doğru mu, polisi kendi halkına karşı böyle acımasız saldırtmak?. Ülkede polis terörü, polis nefreti yaratmak?.
Vatandaşı polisinden ve devletinden nefret ettirmek kime ne kazandırır?.
Bu polis terörüne "Dur" diyen birisi çıkacak mı?. Yoksa bu artan hızla devam edip, yarın "Polis Devleti" mi olacağız?.
Bu soruyu ciddi ciddi soruyorum!.
Çünkü ben, ciddi ciddi düşünmeye başladım.
Ciddi ciddi ve dehşet içinde!..