Nazlı Hanım (Ilıcak) geçen hafta, bazı gazetecilerin "Bilgi kirliliği" yaratmaya çalıştıklarını söylüyordu. Verdiği örnek, Mustafa Balbay ve TÜBİTAK raporu..
Nazlı Hanım "Balbay bu rapora rağmen niye içerde" diye soranların kirlilik yarattığını anlatıyor..
"Dijital verilerde hiçbir zaman kesin ifade kullanılmıyor. Sadece kuvvetli ihtimale dayanarak kanaat belirtiliyor. TÜBİTAK raporunda 1-7 Temmuz tarihinde hard diskte bir değişiklik yapılmadığı kanaati ağır basıyor. Dolayısıyla notların Balbay'a ait olması daha kuvvetli bir ihtimal" diyor.
Nokta!..
Orda yazı bitiyor. Oysa, yakından tanıdığım liberal, demokrat Nazlı Ilıcak'ın yazısı tam da orda başlamalıydı.
"Ne var ki ceza hukukunda kanaatle, ihtimalle suçlama yapılamaz ve ceza verilemez. Çünkü evrensel ceza ilkesi 'Şüphe'nin sanık lehine olduğudur.
Şüphe varsa, ceza yoktur. Oysa Mustafa Balbay, dört seneyi geçen ve mahkumiyete dönüşen bir uzun tutukluluk sürecini, adeta 'Şüpheler, savcı lehinedir' ilkesi varmış gibi, içerde geçirmektedir. Balbay'ın 'Kuvvetli ihtimal' diye tutuklu kalması ceza hukuku temel ilkelerine ve insan haklarına aykırıdır" diye bitmeliydi.
Soner Yalçın da, gene TÜBİTAK 'ın gene bol şüphe içeren kanaati, hatta kanaatsizliği yüzünden muhtemelen bu yılbaşına da hapishanede girecek.
Daha başkaları da.. Daha onlarcası da..
Balbay'ı ve Soner'i savunmak, sadece hakkı, hukuku, ifade özgürlüğünü değil, en azından "Kendimizi ve mesleğimizi" savunmaktır..
Biz dışardakilerin, o içerdekilerle ne farkımız olduğunu zaman zaman fena halde düşünüyorum, Sevgili Nazlı Hanım!.
..Ve o zaman..
Utanıyorum!..