Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HINCAL'IN YERİ HINCAL ULUÇ

Soba.. Ocak.. Aile ve.. Vialand!..

Başlık sizi şaşırttı değil mi?. İnsanın içini ısıtan üç romantik, duygusal, nostaljik sözcüğün ardından, bir garip, ne ve de nece olduğunu dahi pek bilmediğiniz bir harf dizisi..
Anlatacağım.. O zaman taşların nasıl yerli yerine oturduğunu göreceksiniz..
Pazartesi günü Haşo'nun nefis yazısıyla uyandım. Pazartesi Sabahı Belirtisini yok edecek bir güzellikte, "Soba"yı yazmış.. "
Kaloriferli hayatın her yeri, ancak bir tek sobanın 'içimizi' ısıttığını yaşayanlar biliyor"
diye bitiyordu..
Niye ısıtıyordu içimizi soba, Haşo?..
Niye?..
Çünkü "Soba" aileydi. Aile birliğiydi.. "Ocak" lafının mecaz anlamı nedir?. Aile ocağı lafı nerden gelir?.
O zaman teknoloji yoktu. Soğuk kış gecelerinde bir tek ocak, bir tek soba, bir tek odayı ısıtırdı.. Eve erken gelen, geç gelen, ister istemez, akşam yemeğinden sonra sobanın etrafında toplanırdı.. Babam gazetesini, ağbim dergisini, ben kitabımı orda okurdum. Annem ve kız kardeşim, meyveleri orda soyardı.. En ufağın salıncağı orda sallanırdı.
Hele sobanın üzerine kestaneler dizilince.. Hele babam çok meraklı şeyler anlatmaya başlayınca.. Hele sohbet koyulaşınca.. Yatak odamız buz, yatağımız daha da buzdu ama biz sımsıcak girerdik içine..
Aileydik çünkü.. "Biz"dik.
Sonra teknoloji geldi.. Kalorifer evin her yerini ısıtmaya başladı.. Herkesin kendine has sıcak odası oldu.. Sonra daha da teknoloji geldi..
Buz dolabında yemekler.. Gelen tabağına iki kaşık, mikrodalgada 30 saniye ısıtma, atıştırma ve doğru kendi odana.. Kapıyı içerden kapayarak.. Orda chat var.. Tweet var.. Blog var.. Cep telefonu, bilgisayar var. Playstationlar var.. Bir yığın karın ağrısı var..
İletişim çağının aletleri.. Palavra.. İnsanı yalnızlığa mahkum eden, sevgilisi ile dahi konuşamaz, el ele tutuşamaz hale getiren, yaşam hırsızları yarattı durmadan ve doymadan teknoloji.. Buna aile mi dayanır?.
Kalmadı.. Soba gitti, aile bitti..
İşe geldim.. Bilgisayarın önüne oturdum. Yazılarımı yazdım.. Saat yarımda odamdan çıktım ki, Nebil'le, Tolga Müdürüm (SkyTurk Genel Müdürü, çok sevgili dostumuz.. Dün gece üçüzleri oldu, Çınar, Defne, Yaprak. Allah analı babalı ve mutlu büyütsün) kapıda beni bekliyorlar.. "Sürprizimiz var" dediler.. Gideceğimiz yerde Sunay da bekliyormuş..
Sponsor bulamadığımız için Yaşamdan Dakikaları yapamıyoruz ama yaşam devam ediyor, dostluklar, kardeşliklerle.. Kendimi onlara teslim ettim.. Yollara düştük.. Gökdelenler İstanbul'unu geride bırakıp gecekonduların arasına geldik nerdeyse.. Eyüp'le Gazi Osmanpaşa arasında, toprak bataklık üzerinde yüzdüğü için inşaat yapılamayan, bu yüzden boş kalan geniş bir arazi var, tam kentin göbeği.. New York'un Central Parkı gibi.. Dönümlerce bir şantiye..
"Bu nedir" dedim..
Tolga iki genç adam tanıttı..
"Bu Coşkun Bayraktar.. Via Development&Management Yönetim Kurulu Başkanı.."
İsim İngilizce çünkü şirket uluslararası. Development, "Gelişim" demek. Hani son zamanlarda moda laf var.. Kentsel dönüşüm..
İşte o.. Buraya gelirken de "Gazi Osmanpaşa Kentsel Dönüşüm Müdürlüğü" diye bir binanın önünden geçmiştik zaten..
Kentsel dönüşüm, bir kentin, semtin kaderini değiştirmeye varan zengin bir deyiş.. Bir yapı konduruyorsunuz, çevre değişiyor.. Bilbao üçüncü sınıf bir İspanya kasabasıydı.. En kenar, en fakir mahallesine bir müze yaptılar.. Frank Gehry yaptı.. Guggenheim Müzesi.. O varoşlar, 10 yıl sonra, orası Avrupa'nın en modern, en pahalı mahallelerinden birine dönüştü. Bilbao da hızla gelişti, dünya çapında üne kavuştu.. "Bilbao Efekti" diyorlar, şimdi kent mimarisinde bir bina ile bir kenti değiştirmeye..
Haliç'te TRT'nin o çirkin binası, belediyenin o paspal otoparkı yerine, Frank Gehry, dünyanın en muhteşem manzaralı müze binasını oturtacaktı, "Veda Yapım" diyerek. İnan Kıraç her şeyi ayarlamıştı. Başbakan Erdoğan emir vermişti. Ama onun atadığı iki insan, TRT Genel Müdürü ve İstanbul Belediye Başkanı bir türlü anlaşamadılar.. Gehry lanet edip vazgeçti. O rezillikler hâlâ orda..
Paris'te her türlü pisliğin, uyuşturucu ticaretine kadar her türlü kanunsuzluğun yatağı kenar mahalleye yaptılar, 1998 Dünya Kupası finali için St. Dennis Stadı'nı.. Amaç kentsel dönüşümdü gene.. Maçlara leşlerin arasından geçip giderdik, "Yer mi bulamamışlar" diye söylenerek. Şimdi gidin tanıyamazsınız?..
Neyse..
Tolga bir başka genci daha işaret etti..
"Bu Çetin Emeç'in oğlu.. Mehmet Emeç Vialand Genel Müdürü!.."
..Ve kahpece bir cinayetle yitirdiğimiz sevgili meslektaşımızın oğlu, sazı eline aldı..
Yarını bekleyeceksiniz, o enfes melodiyi dinlemek, "Soba"yı "Vialand"e bağlamak için..

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA