27 Eylül 2002'de Hukuk Fakültesi öğrencisi Magnus Gaefgen, Almanya'nın sayılı zenginlerinden bir bankacının 11 yaşındaki oğlu Jakop von Metzler'i okul yolunda kaçırıyor.
29 Eylül'de çocuğun ailesinden 1 milyon euro fidye alıyor. Polis olaya doğrudan müdahale etmeyip, çocuğa sağ ulaşabilmek ümidiyle Magnus'u uzaktan takip ediyor.
Magnus, çocuğun yanına gitmek yerine yurt dışına bir seyahat ayarlıyor. Bunun üzerine polis adamın kaçmasını önlüyor ve 30 Eylül'de tutukluyor.
Sanık, çelişkili ifadelerle polisi oyalamaya ve kandırmaya çalışırken, çocuğu hâlâ sağ bulabilme ümidiyle acele eden başkomiser Daschner, fidyeciye, "Eğer hemen yerini söylemezsen sana öyle bir işkence yaparım ki, bülbül gibi konuşursun" diyor.
Dehşete düşen Magnus, her şeyi itiraf ediyor. Çocuğu daha kaçırdığı gün boğup öldürdüğünü ve cesedi gömdüğünü anlatıyor. Ceset gösterdiği yerde bulunuyor.
Başkomiser Daschner, fidyeciyi işkence tehdidiyle konuşturduğunu yazarak raporunu savcılığa yolluyor.
Çocuk kaçırma ve cinayet davası 28 Temmuz 2003'te sonuçlanıyor ve katil yasalardaki en yüksek cezaya, ömür boyu hapse mahkûm oluyor.
Hikâye burda bitiyor mu?..
Hayır.. Tam da burda başlıyor. Savcılık, 18 Kasım 2004'te, Magnus'un başvurusu üzerine Başkomiser Daschner hakkında, "İşkenceye teşebbüs" iddiasıyla dava açıyor.
Komiser "İşkence yapmadım. Ancak çocuğun her an ölebileceği tehlikesi olduğundan, ona bir an önce ulaşabilmek için, konuşturma amaçlı tehdit ettim" diye savunma yapıyor.
Mahkeme, Daschner'i ve yardımcısını "İşkenceyle tehdit etmek bile insanlık suçudur" diyerek 14 bin 400 euro para cezasına çarptırıyor. Hafifletici nedenler (Başkomiserin olayı bizzat kayıtlara geçirip savcılığa bildirmesi gibi) göz önüne alınıp ceza 3 bin euroya indiriliyor.
Başkomiserin avukatları ve savcılık itiraz etmiyorlar. Ancak Hessen Eyaleti mahkûmiyet kararını temyiz ediyor.
..Ve..
Cinayetten 10 yıl sonra, 10 Ekim 2012'de, yani geçen hafta Almanya Yüksek Mahkemesi, Hessen Eyaleti'nin itirazını reddedip cezayı onaylıyor ve kesinleştiriyor.
Gerekçe..
"Hiçbir koşulda insan haklarına aykırı davranılamaz. İşkence en büyük insanlık suçudur. Mazur görülemez.."
"Karar Almanya'da kamuoyunu ikiye böldü ve hâlâ tartışılıyor" diyor, olayı bana ve size nakleden Dr. Erdoğan Karatay, Frankfurt'ta yaşayan dostum..
Biz de tartışalım..
İşkenceden mahkûm olan sabıkalı polislerin terfi ettiği, işkence edenle edilenin Meclis Komisyonlarında karşı karşı gelmelerinin yankı bile uyandırmadığı, karakolda polisler tarafından öldüresiye dövülen genç kadın hakkında savcılığın bir de "Polise karşı koymak suçu"ndan dava açtığı, pankart açan öğrencilerin sille tokat dövüldüğü, sürüklendiği, her türlü gösteriye biber gazlarıyla saldırmanın doğal hale geldiği ülkemizde böyle bir davanın akla gelmesi mümkün mü?.
Dikkat edin, açılması, sonuçlanması ve mahkûmiyet kararı verilmesinden söz etmiyorum. "Böyle bir davanın olacağı aklınıza gelir mi, bu ülkede" diyorum..
İşte onun için zor Avrupa Birliği.. Kimse Avrupalılara sövmesin..
Biz önce kendi kafalarımızı AB'ye sokacağız ki, ülkemiz ardından girebilsin!.