Yani olmaz böyle şey.. Gerçekten olmaz.. Hayır, konser monser değil bu.. Bu başka bir şey.. Bir rüya.. Hepsi hepsi bir saz var sahnede.. Tek bir piyano.. Bu insanı alıp götüren, götürdüğü yerde bırakan, geri getirmeyen sesler bu tek aletten mi çıkıyor?..
Nesini yazayım?. Hangisini yazayım?.. Nasıl yazayım, bilemiyorum.. Yazarsam rüya bitecek, öyle geliyor.. Çünkü yazdıklarım, yaşadıklarımı, duyduklarımı, hissettiklerimi anlatamayacak.. Beni o hayal aleminden alacak, gerçeğin soğukluğuna, soyutun uçsuz bucaksız derinliklerinden koparıp, soyutun sınırları içine çekecek, kelimelerim..
Şairin dediğine yakın içimdekiler şu an..
"Duyuyorum.. Anlatamıyorum.."
Nasıl anlatayım ki..
Beethoven'in Ay Işığı Sonatı..
O birinci bölüm.. O adagio.. Ay, gölün arkasından yavaş yavaş yükseliyor..
Öyle sessiz, öyle durağan ki her taraf, sanki uzaktan ayın doğuşunu duyuyorum.. Ayın ufukta yükselirken çıkardığı sesleri.. Beethoven'in notaları o sesler işte.. Hadi anlat bakalım, gücün, sözcüklerin yeterse!..
Bu havayı yaratan Fazıl'ın parmakları.. Gölün ötesinde ay, yavaş yavaş yükselirken, sahilde uzanmış çıplak sevgilinin vücudunda dolaşır gibi piyanonun tuşlarına dokunan parmaklar.. Aşk dolu.. Sevgi dolu.. Mutluluk dolu.. Sonsuzluk dolu parmaklar..
"Zaman dursun.. Bu an sonsuza dek sürsün" diyen bir müzik.. İnsanın içine nehirler gibi akan müzik.. İnsanı aşık eden, aşka aşık eden müzik..
Bu sonat, klasik müzikte en ama en sevdiklerimin başında gelir.. Defalarca dinledim.. Hem de kimlerden dinledim.. Ama hiç böyle yaşadığımı, bir müziği, bir melodiyi, bir notayı böyle yaşadığımı hiç hatırlamıyorum..
Bu sihiri yaratan o geceki ruh halim mi?.. Yoksa Fazıl mı sihirbaz bu gece?.. İkisi de.. Ama asıl ikincisi..
Konsere bir Mozart'la başladı.. Ünlü Allaturca.. Harikaydı.. Sonra Chopin'e geçti.. Yıllardır ilk defa Chopin dinliyorum Fazıl'dan.. Dört Noktürn.. Dört Etüd.. Bittiğinde şeytan "Kalk git" dedi.. "Zaten ara var bak.."
Niye dedi?.
Çünkü o Chopin'in üstüne artık başka şey dinlenmez o gece.. Öyle geldi bana..
İşte o Mozart, o Chopin'den sonra geldi Beethoven.. Anlayın..
Ve orda bitti mi?. Hayır..
Programdaki sıralamaya bakar mısınız?.
Wolfgang Amadeus Mozart.. Frederic Chopin.. Ludwig van Beethoven ve Fazıl Say..
Klasik müzik tarihinin en büyük bestecilerinin ardından, bir Türk'ün adı geliyor.. Yan yana dört isme bakıp da gurur duymayacak var mı, bu ülkede?.
Gururdan önce yürek var Fazıl'da..
Kendi bestelerinle başlar, sonra, tarihe geçmiş devlere dönersin..
Olur..
Ama Mozart, Chopin ve Beethoven'i hem de böyle muhteşem icra ettikten sonra, tıklım tıklım dolu salona "Fazıl Say" dinletmeyi düşünmek yürek ister.. Güven ister.. İnanç ister..
Fazıl, İstanbul Senfonisi, Haremde 1001 Gece'den seçtiği bölümlerin arasına, geçen hafta sonu Mannheim'da dünya prömiyerini yaptığı Hezarfen Konçertosundan ikinci bölümü koymuş.. Gene müthiş çarpıcı bir eser yaratmış.. O bölümden belli..
..Ve final.. Başladığı noktaya döndü Fazıl.. Allaturca'ya.. Ama bu başka.. Bu Mozart'ın bir teması üzerine Fazıl Say'dan caz yorumları..
Aldı Allaturca'yı, oynadı, tuşlarla..
Yıkıldı salon..
Ben o yıkıntının altında kaldım.. Hala bekliyorum biri gelsin kurtarsın beni o hayal aleminden..