"Nasıl buldun" dedi, sinemanın kapısında gördüğüm arkadaşım..
"Haince" dedim.. "Spielberg haince bir film yapmış.."
Sinema tarihinin en usta yönetmenlerinden biri olursan yaparsın.. Seyirciyi hamur teknesine koyar, bildiğin gibi yoğurur, yoğurur, sonra bir yumak yapıp duvara çarparsın. Sırılsıklam yapışır kalır, kuruyana dek..
Aynen öyleydim işte..
Ölü Ozanlar Derneği'nin final sahnesinden bu yana, göz yaşlarımı bu kadar kontrol edemediğim bir film daha olmadı..
Yanaklarım değil, ceketim sırılsıklamdı. Hani yağmurda tavan akar da, kovalar koyarsınız aşağıya.. Filmde öyle bir sahne de vardı ama, benim kovam yoktu.. Üzerime aktı, sular, seller.. Aslında 2.5 saatlik bu filme gitme niyetim hiç yoktu.. Bir çocukla bir atın öyküsüydü, özünde ve bir çocuk romanıydı..
"Spielberg eğlenmek istemiş" demiştim içimden. "Eğlensin, benim vaktim yok..
Sonra, çarşamba gecesi, David Latterman şov kararımı değiştirdi. Benim izlediğim tek TV programı bu. Tam yatma saatime denk geliyor. Güncel bir talk şov ama, günceli iki ay geriden izliyor. İngilizceyi hiç bilmeyen, sözlük çevirmeni aptalca alt yazılar yazıyor ama, tahammül ediyorum..
O gece konuk Jeremy İrvine'di.. "Bu da kim" derken öğrendim. Savaş Atı/ War Horse'un baş oyuncusu imiş.. Adını bilmediğim bir delikanlı, bir Steven Spielberg filminde baş rolde..
Öyküsünü anlattı. O da gelecekte film olur. Londra yakınlarında bir köyde yaşarmış.. Bir temsil yapmışlar.. Buna da rol vermişler.. İki elinde iki dal ağaç rolü.. Bütün oyunculuk deneyimi bu..
Ama kıvılcım çakmış. Londra'ya taşınmış. Oradaki tüm oyuncu menecerlerini kapı kapı dolaşıp öz geçmişini bırakmış. Aylarca kimse ilgilenmemiş.
Sonra bir menecer "Gel bir bakalım" demiş. Bir oyuncu seçimi yapan ajansa göndermiş.. Boş.. İkinci seçime göndermiş. Bu defa seçmişler.. Steven Spielberg seçmiş.. War Horse'un baş rolüne.. Mucize.. "Köyden geliyorsun, attan anlıyorsun, ondan mı" dedi, Dave.. "Hayatımda ata binmemiştim. Çekimler başlayacaktı. Öğrenmek için 15 günüm vardı" dedi..
Öğrenmiş de..
Filmin öteki baş oyuncusu bir at.. Ama "Bir" atı, "14" at oynamış filmde.. Esas baş roldeki at, 2003 yılının efsane filmlerinden Seabiscuit/ Zafer Yolu'nda "Şampiyon" atı oynamış, gerçek bir yarış atı. Ama bu filmde öyle sahneler var ki, bunların hepsini ayni atla çekmek mümkün olamamış..
Bunları öğrenince, filme merak sardım ve ertesi gün koştum.. Sevgi üzerine yapılmış en "Hain" film gerçekten..
En başta "İnsan /Hayvan" sevgisi.. Bir insanla bir hayvanın ruhlarının birleştiğini görüyorsunuz.. Hem de kaç kez.. Önce Albie ile (Jeremy İrvin) dost oluyor Joey adlı at.. Sonra, savaş çıkınca askere alınıyor.. Binen subayla arasında kurulan bağlar.. Askerde bir başka atla tanışıyor Joey.. İki at, hem de nasıl bir bağ kuruyorlar aralarında.. Sonra kanlı savaş.. Joey hayatta kalıp bir Fransız çiftliğine geliyor.. Burada dede ile torun.. Küçük Emilie ile nasıl bir sevgi doğuyor aralarında.. Almanlar gelip Joey'e el koyuyorlar.. Alman seyis hissediyor atın değerini.. Sahipleniyor. Gene bir kanlı savaş.. Joey gene kaçıyor deliler gibi ve karşılıklı iki siperin arasındaki tel örgülere dolanıp çakılıyor.. Kan revan içinde.. İngiliz siperinden elinde beyaz bayrakla bir asker çıkıyor, kurtarmaya.. Alman siperinden elinde tel makası ile bir başkası..
Böyle kolay anlattığıma bakmayın.. Nasıl çarpıcı anlatmış "Sevgi"yi Spielberg.. Delikanlı ile atı arasındaki sevgi.. İki at arasındaki sevgi.. Babası ile annesi arasındaki sevgi.. Emilie ile dedesi arasındaki sevgi.. Atla Emilie arasındaki sevgi.. Bir atı kurtarmak için el ele veren iki düşman arasındaki sevgi.. Sevginin insanı, hayvanı yok..
Sevginin zemini, zamanı, yaşı yok.. Hatta sözü bile yok.. Hissediyorsun sevgiyi, yetiyor..
..Ve o kadar yetiyor ki, ağlıyorsun..
Sevgi ağlatır çünkü..