İstanbul muhteşem bir kent.. Bir dünyalar güzeli.. Bir efsane.. Asya ile Avrupa'nın, Doğu ile Batı'nın, İslam Alemiyle, Hıristiyan Dünyasının buluştuğu, öpüştüğü şehir..
Roma İmparatorluğu'nun, hayır, eksik bildiğimiz gibi, Doğu Roma'nın değil, Büyük Roma İmparatorluğunun başkentiydi. Büyük Constantin, imparatorluk başkentini Roma'dan buraya taşımış, kente de kendi adını vermişti.. Konstantinopolis..
Fatih Sultan Mehmet, kenti ele geçirip Osmanlı'nın payitahtı yapmış, ardından Yavuz Selim, hilafeti getirip "İstanbul, İslam'ın başkentidir" demişti.
Tarihte böyle bir başka kent yok..
Coğrafyada bir başka böyle kent yok..
***
Din, turizmin en önemli kaynaklarından biridir. İnsanlar, inançlarının kutsal yerlerini görmeye meraklıdırlar.. Ama o kadar değil..
İnanç, mimarlık sanatının doğum sebebidir. İnsanlar inanmaya başladıkları günden itibaren en güzel eserlerini tanrıya adamış, tanrı evi yapmak için özenmiş, emekten, masraftan kaçınmamış ve çağlarının çok önünde eserler yaratmışlardır.
Bu yarış, mimarinin doğma ve gelişmesinin en büyük itici gücü olmuştur.
Dünyanın pek çok yerine gittim. Gittiğim her yerde ilk gezdiğim yerler, tapınaklar oldu..
Herkes için böyle..
Paris'e gidip Notredame'ı, Milano'da Dom'u, Köln'de Dome'yi gezmeyen var mı?. Kudus'te Ağlama Duvarı'nı, Mescidi Aksa'yı.. Luxor'da, Luxor ve Karnak Mabedlerini.. Çin'de, Japonya'da, Kore'de Buda, Meksika'da Aztek Tapınaklarını kim gezmeden geldi?.. Dış güzellikleri ayrıdır, iç süslemeleri ayrı, Tanrı evlerinin..
İstanbul, bu bakımdan da dünyanın en talihli kenti, bir camiler ve kiliseler müzesidir..
İstanbul'a gelip de Ayasofya'yı, Sultan Ahmet'i görmeden giden var mı?.
***
Yıllar önce, dostum Abdullah Kiğılı uğramıştı.. "Gel sana hoşuna gidecek bir tur yaptıracağım" dedi..
Zeyrek'e gittik.. Eski İstanbul'dan kalma muhteşem yapılar elden geçirilmiş, nasıl bir güzellik ortaya çıkmıştı. Az biraz tanıdığım Kiğılı'nın yakın dostu yeni belediye başkanı başarmıştı bunları..
En güzeli, en sona saklamışlardı..
1118 -1124 tarihleri arasında Bizans imparatoru İkinci Komnenos'un eşi İrene Zeyrek'te bu manastır sitesini yaptırmış ve adını Hristos Pantokrator (Herşeye Muktedir İsa) koymuştu. Daha sonra ilavelerle, yapı üç şapel (Küçük kilise) halinde gelişmiş, İstanbul'un Fethinden sonra da camiye çevrilmişti.
Genç başkan çökmekte olan bu muhteşem eseri elden geçiriyordu. Bize keyifle gezdirdi.. Yaptıkları gösteriyor, yapacaklarını anlatıyordu. Devasa binaya ortadan giriliyordu. Sağa döndüğünüzde cami olarak kullanılan büyük salona geliyordunuz..
Başkana "İstanbul, dünyada iki dinin birleştiği yer olarak tanınır. İşte burada, bunu yaşatma, sembolize etme şansınız var. Bu mekanı, bir turizm merkezi, bir efsane yapabilirsiniz.. Bu orta bölüm, ana giriş aynen kalsın. Sağdaki cami de.. Soldaki eski şapeli, Fetih'ten evvelki haline döndürün. Orası gene kilise olsun. Düşünebiliyor musunuz?. Herkes ayni kapıdan, yan yana giriyor binaya.. Sağa dönen camiye, sola dönen kiliseye gidiyor.. Hem de bin yıllık bir binada, dinler buluşuyor, düşünebiliyor musunuz?.."
Genç başkan fena halde heyecanlanmış göründü. Ya da ben öyle sandım..
Öyle kaldı. Sonra siyaset işini geliştirdi.
Belediye Başkanlığını basamak yapmıştı belli. Milletvekili oldu.. Bakan oldu.. Sonra unutuldu gitti. Şimdi tabela partilerinden birinin başkanı falan olmalı.. Sadettin Tantan..
***
İstanbul Anakent Belediye Başkanı, Taksim'de cami düşüncesini ortaya atınca, bir kez daha heyecanlandım.. Her öküzün altında buzağı aramaya meraklı olanlar teklifi nerelere çektiler, hep biliyoruz.. Teklif İslami oylara yönelmiş bir partiden gelince, söylemedik şey de bırakmadılar.
O dönemde bir Üniversitede gençlerle sohbet ediyordum.. "Ne düşünüyorsunuz" diye sordular..
"Yapılmalı" dediğimde çok şaşırdılar..
"Peşin hükümleri, aptalca korkuları, klişe lafları, art niyetleri unutun ve dinleyin" dedim. Anlattım..
"
Taksim'de, Sıraselviler Caddesi ile
İstiklal Caddesi'nin kesiştiği üçgende Aya Triada diye bir kilise var. Haç planlı, iki çan kuleli, Bizans mimarisi ve modern mimarinin bir sentezi.. Osmanlı'da azınlık ibadethanelerine kubbe yapma yasağının kalktığı dönemde inşa edildiği için dünya güzeli bir mimarisi var. İnşaatı 13 yıl sürdü. 1880'de açıldı. Dış mimarisi de iç süslemeleri de harikadır. 18. Yüzyıl Avrupa Mimarisinin en güzel eserlerinden biridir. Ama yerini bilmeyen Taksim Meydanına gelse de, bu kiliseyi göremez. Çünkü meydana açılan cephesi gecekondu büfelerle kapanmış, bu güzellik adeta saklanmıştır. Şimdi hem de Osmanlı devrinde yapılmış bu kiliseyi ortaya çıkarsak ve hemen çaprazına, bu defa Cumhuriyet mimarisiyle bir cami koyup, İslam ve Hıristiyan dünyasını Taksim'de buluştursak, bu meydanı bir dünya efsanesi yapmaz mıyız?.."
Osmanlı kilisesi ile Cumhuriyet Camisi, Taksim'de düşünebiliyor musunuz?.
Otobüs durağı olmaktan çıkmış, bir parka dönüşmüş Taksim'de Osmanlı dönemi kilisesi ve Cumhuriyet devri Camisi'ni yan yana görebiliyorsunuz.. İkisi de yaşıyor.. İkisi de ibadete açık..
Dünyanın her yanından koşmaz mı insanlar?.. Taksim bir "İnançlar Efsanesi" olmaz mı?.
Ah, daracık görüşlerimizden, içimize sinmiş korkularımızdan sıyrılsak ve ufuklara bakan vizyonla düşünebilsek..
Ah, İstanbul'u sevebilsek!..
Ama önce İstanbul'u anlayabilsek!..