"Limon'da her gün batımı muhteşemdir" diyeceksiniz.. Hele de geçen yılki yazımı hatırlayanlar..
Önde zeytin ağaçları.. Arkada deniz.. Arkada Kalimnos.. Kalimnos'un arkasından batan güneşin denize vuran kızıllığı.. Bu kızıl nehrin içinden tam da o dakikalarda geçen yelkenli..
Yani insan böyle ressam olur herhalde..
Bu ne ilahi manzaradır..
Peki bu yıl ki, Limon'da Günbatımının farkı neydi?..
Bir ilahi müzik.. Bir efsanevi çello sesi..
Marcel Camus'nün unutulmaz filmi Siyah Orfe'de (1959), genç bir gitarist, artık klasik olan o enfes Brazil melodisi ile güneşi doğurur, sahile bakan bir tepenin üzerinde..
Onun gibi.. Ama bu defa gitar değil, çello..
..ve güneş gitarın cıvıl cıvıl sesi de doğmuyor, çellonun hüznü ile batıyor.. Çello sesi bant falan değil.. Canlı..
Çağ Erçağ, ülkemizin en büyük çelisti.. O çalıyor.. Limon'a çıkarken yolda rastladık, Nebil'le, Çağ'a.. O da Bodrum'a daha yeni gelmiş.. Oteline gidiyor.. "Boş ver oteli, sonra gidersin" dedi Nebil.. "Çellon yanında mı" dedim ben.. "O zaman Limon'a gel, güneşi batıralım.."
Yahu bu ne içten bir dost, ne mütevazı bir sanatçıdır bu delikanlı.. Daha geçen ay, New York'ta 81 ülke içinde birinci olan Borusan Dörtlüsü'nün çelisti.. Biz masaya yerleşmeden, baktım Çağ, elinde koca çello kutusu bize doğru geliyor..
Güneş bir metre kaldı ufukta ve Çağ başladı bizim masanın yanında, günbatımının tam karşısında..
Limon'da boş masa yok.. Herkes huşu içinde.. Bir ayin yaşıyoruz sanki..
İnanılır gibi değil.. Çağ'ın elindeki yay son notayı çekerken, güneşin son zerresi de kayboldu, dağın arkasında.. Böyle mi ayarlanır?. Ayarlasan olmaz ki..
Gelişim günlerinin Sevgili Duygusu'nun ekibinden Canan, gene nasıl ağırladı bizi.. Gene nasıl bir lezzet cümbüşünün içinde bulduk kendimizi.. Ben gene tabaklar dolusu köy kadınlarının sardığı, daha o gün dalından koparılmış asma yapraklarının önce zeytinyağlı, sonra etli dolmasından tabaklar tabaklar yedim, iştahla.. Keyifle..
Tam o sırada yamacın kenarında sallanan iki ateş kovası gördük, loşluklar içinde.. Bir ateş dansı.. Genç kızın iki elinde iki ip.. İplerin ucunda alev alev yanan toplar.. Nasıl güzel bir koreografi..
Nasıl büyülü bir dans..
"Bu kim?.. Bu ne" dedim Canan'a..
İlke diye bir genç kızmış.. Arada gelir, güneşin batışının ardından bu dansı yaparmış.. Dans Yeni Zelanda yerlilerininmiş. Bir gezi sırasında öğrenmiş..
Nasıl bir güzelliktir anlatılmaz..
Gecenin devamında Torba Sanat Evi'nde Serdar Şensezgin vardı. Gitarın ve romantizmin büyük ustası.. Mikrofon ve hoparlör de yok. Bir rüyaya dalacağız.. Ne mümkün.. 200 metre ötede bir Reina benzeri restoranlar gurubu varmış. Onların ortasında Fatih Ürek bangır bangır.. Tüm Torba çınlıyor.. Serdar gitarı koydu kenara.. "Mümkün değil.. Bir başka gece deneriz" diyerek..
Bu yıl Bodrum Serdarsız geçti anlayacağınız..
Yarın, öteki günler gecelere devam..