Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HINCAL'IN YERİ HINCAL ULUÇ

İşte Atatürk'ün Cumhuriyeti.. İşte Atatürk'ün çocukları..

Yıl 1984.. Los Angeles'tan Reno'ya uçuyorum.. Olimpiyatlar bir gece evvel müthiş bir kapanış töreniyle bitmiş.. Havaalanında biniş kartımı yapan kız "Harikaydı değil mi, dün gece" dedi.. "Orda mıydınız" dedim.. "Hayır, televizyonda izledim" dedi.. "Ayni şey değil" dedim.. "Ama canlıydı" dedi.. "İt was live.."
Güldüm..
"İt is live, if you are there.." / "Eğer ordaysanız canlıdır!.."
Laf benim değil tabii.. Aston Villa kulübünün..Ne alaka mı?.
İngiltere futbol maçlarının TV'de naklen yayınına o sene başlamış.. İlk yayın Aston Villa stadından.. Yayıncı kuruluş bir hafta öncesinde tam sayfa ilanlarla kıyameti koparmaya başladı..
"İt's Live.. İt's live.."
Maç sabahı ben ordaydım. Gazeteleri aldım. Aston Villa bu müthiş kampanyaya tek ilanla yanıt vermişti..
"İt is live.. İf you are there.."
Orda olmak, hele de bir tarih yaşanırken orda olmak, başka bir şeydir.. İnsana bir ömür boyu "Ben de ordaydım" deme gururu, keyfi ve coşkusunu verir..
"Ben de ordaydım" larınız ne kadar çoksa hayatınızda, o kadar büyük yaşamışsınız demektir..
"Yaşadın mı büyük yaşayacaksın,
ırmaklara, göğe, bütün evrene karışırcasına..
Çünkü ömür dediğimiz şey, h
ayata sunulmuş bir armağandır..
Ve hayat, sunulmuş bir armağandır insana"..
der ya Ataol işte..
Yarım gün için Dortmund'a gittim hafta sonu.. Havaalanı.. Otel.. Yürüyerek konser salonu.. Otel.. Havaalanı.. Hepsi o..
Ama araya "Ömre değer bir gece" sığdı..
Bir zafer gecesi..
Bir gurur gecesi..
Bir coşku gecesi..
Ölümsüzlüğe atılan bir adıma canlı şahit olma gecesi..
Hem de zamana bakar mısınız?..
İsveç Parlamentosu'nda 131 tarihten, dünyadan habersiz politikacı, genç Türkiye Cumhuriyeti'ne ve onun kurucusu Atatürk'e "Soykırımcı" damgası vuran oylarını sandığa atarken, o Atatürk sayesinde uygar bir ülkeye doğan, o sayede çağdaş bir insan gibi yetişen ve yeteneklerini o cumhuriyetin sağladığı olanaklarla geliştirme fırsatı bulan dünya çapında ünlü bir Türk gencini, 1700 Alman ayakta alkışlıyordu.. Çığlıklarla.. Parmaklarını ağızlarına sokarak fısıldaşan duyulan o müthiş akustikli salonu çınlatan ıslıklarla..
Tam 16 dakika yerlerine oturmadı Almanlar.. Sadece Dortmundlular değil.. Frankfurt'tan, Köln'den, Essen'den, Düsseldorf'tan, Ruhr, Rheine havzasında ne kadar kent varsa, hepsinden gelen Almanlar..
Bir Atatürk Çocuğu 7 bölümlük bir İstanbul Senfonisi yazmıştı.. İstanbul'u müzikle anlatmıştı.. Ve Almanlar, alkış için senfoninin bitmesini dahi bekleyemeyen, coşkularını bölüm aralarından ayağa fırlayarak belli eden Almanlar, Şef final selamını verince artık yerlerinde oturamaz olmuşlardı..
Herkes sahneye bakıyor, sahneyi alkışlıyordu.. Ben salona bakıyordum.. Son koltuğuna kadar dolu salona.. Üçüncü balkondan görebilmek için aşağı sarkan insanlara bakıyordum.. Onların yüzlerine bakıyordum.. İfadelerine bakıyordum..
Kendilerinden geçmişlerdi..
Şefin davetiyle, o genç Türk, Atatürk'ün kurduğu Cumhuriyetin yarattığı Fazıl Say sahnede göründüğü an, gök gürledi sanki..
Fazıl ve WDR Köln Senfoni Orkestrasına (Şef, Howard Griffiths) bu senfoni için eşlik eden Burcu Karadağ (Ney), Hakan Güngör (Kanun) ve Aykut Köselerli (Bendir, kudüm, darbuka) 1700 Almanın patlayan avuçlarında yükseldi.. Yükseldi.. Yükseldi..
Yerime oturdum..
"Teşekkürler Atam" dedim.. "Teşekkürler.. İşte kurduğun Cumhuriyet bu.. İşte bu cumhuriyetin yetiştirdiği gençler.. Avrupa böyle fethedilir işte.. Politikacılar, Amerikan Kongresi'nde, İsveç Meclisi'nde, Avrupa Birliği'nde başka politikacılara yenilebilirler, ama senin gençlerinin taşıdığı bayrak işte böyle dalgalanır.. Hem de bir gece için değil.. Ölümsüz.. Dünya durdukça duracak eserlerle.."
Gözlerim gene Kültür Bakanı'nı aradı.. Yoğun (!) işlerinden dolayı, bir Türk'ün yazdığı İstanbul Senfonisi'nin dünyadaki ilk çalınışına, yani bir daha tekrarı mümkün olmayan bir Türk Sanat Zaferi gecesine katılma fırsatı bulamayan Kültür Bakanı'nı..
"Boş ver Hıncal" dedim.. "O da politikacı zaten.. Boş ver.."
Tekrar fırladım ayağa.. 1700 Almanın çığlıklarına karıştım ben de..
"Bravo Fazıl.. Bravo Burcu.. Bravo Hakan.. Bravo Aykut.. Bravo.. Bravo!.."
Hemen yanımda oturan hiç tanımadığım genç bir Alman kızı elimi tuttu. Sımsıkı sıktı.. Sonra boynuma sarıldı.. Yanağımdan öptü.. Gözlerimin içine baktı sonra..
"Ne mutlu sana.. Fazıl'ın milletindensin" diyordu, gözleri bana..
Ne mutlu bana..
Fazıl kardeşimdi..
Ne mutlu bana.. Ordaydım!..

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA