Başlıktaki "Faşist" ve "Demokrat" sözcüklerini ironik olarak kullandığımı söylememe bilmem gerek var mı?.. Yanlarındaki parantez içindeki ünlem işareti de yeterli aslında..
Bugünün dünyası ve Türkiyesi'nde oturup, düne, o günün koşullarını düşünmeden, bugünün anlayışı ile damgalar basmak günümüzün en yaygın hastalığı..
Şöyle bir dönüp bakın.. Bugünün düşünce ve ahlakı ile Osmanlı'da gurur duyulacak adamlar mı vardı, iğrenç nefretlikler mi?.
Tahtı kapmak için ağabeyi Savcı Bey'in gözlerine mil çektiren, küçük kardeşi Yakup'u savaş alanında öldürten Yıldırım mı?.
İşgal ettiği İstanbul halkını kılıçtan geçiren, yığınla kardeşini boğduran ve kendisinden sonra gelenlerin de boğdurması için kanun çıkaran Fatih mi?.
Doğuda işgal etmedik yer bırakmayan Yavuz mu?. Batı'da ömrünü fetihlerle geçiren, Balkanlar'dan Viyana'ya, Kırım'a kim bilir kaç sivilin ölümüne, kaç genç kadının ırzına geçilmesine seyirci kalan, ele geçirdiği kentleri yağmalatan Kanuni mi?.
Onların hepsiyle iftihar ediyoruz oysa.. "O zaman" öyleydi, öyle oluyordu çünkü..
"11 Eylül'ü bilmeyen 12 Eylül'ü yargılamasın" dedim diye faşist ilan edildiğim için iyi bilirim, güncel damgacıları..
Neyse sözüm o değil.. Başka şey anlatacağım.. Müthiş bir oyun oynanıyor. Kültür Bakanı Ertuğrul Günay'ın haberi var mı?.. Bakanı aldatıyor, atlatıyor, uyutuyorlar mı?.. Yoksa, hiç ama hiç sanmıyorum, alet mi ediyorlar?..
Konu Ayazağa.. Hani şu bitmez tükenmez Kültür Merkezi.. 2010 Avrupa Kültür Merkezi olup da tek kültür merkezi AKM'si hâlâ kapalı İstanbul var ya.. Onun 40 yıllık masalı..
Nejat Eczacıbaşı'nın en büyük idealiydi, İstanbul'a dünya standartlarında bir merkez kazandırmak..
Önce yer lazımdı tabii.. Ayazağa'da, Birinci Ordu'ya ait müthiş bir arazi vardı.
Ormanlık arazide.. İçinde çaylar, çağlayanlarla bir doğal güzellik.. İçinde Balyan Kardeşlerin tarihe geçmiş mimarisiyle üç Köşk.. 60 dönüm..
Zamanın Devlet Başkanı Kenan Evren, bu alanın askeriyeden, kültür ve sanata devrini emretti.. Ettiler. İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) cumhuriyetin en önde gelen mimarlarından Doğan Tekelioğlu ile anlaştı. Tekelioğlu, salonları, galerileri, kafe ve restoranlarıyla, harika bir proje yaptı.. Türkiye'de konser salonu olarak inşa edilmiş doğru dürüst tek salon yoktu. Nejat Bey, dünyanın en ünlü akustik mühendislerinden üçünü davet etti. Salonun akustik hesaplarını onlar yaptılar..
Nejat Bey'in ömrü projesinin bittiğini görmeye yetmedi. Nöbeti kardeşi Şakir Bey aldı. Devir değişti. Süleyman Demirel işin uzamasından üzgündü. Şakir Bey'e "Ele ele verelim, bu işi bitirelim" dedi.. Ama başbakanlıkta fazla kalmadı. Cumhurbaşkanı oldu. İşler gene ağır ağır yürüyordu ki, bu ülkenin gelmiş geçmiş en demokrat, gelmiş geçmiş en kültür ve sanat meraklısı politikacısı Bülent Ecevit başbakan oldu.. Ve de Şakir Bey, bir İKSV Festivali açılış konuşmasında hayatının hatasını yaptı.. Koca konuşması içinde bir, tek bir cümle ile başbakana sitem etti.. "Bülent Bey'e ulaşamıyorum" dedi.. Vay sen misin diyen.. Bülent Bey, Şakir Bey'den nefret etti. Ona yaranmak isteyen Kültür Bakanı İstemihan Talay da, yüzülmüş yüzülmüş kuyruğuna gelinmiş inşaata devlet yardımını durdurdu. Milletin vergisinden 50 milyon dolar harcanmış, iş yarım bırakılmıştı.
İşte o sırada durumdan haberdar oldum. Gittim. O muhteşem araziyi ve içinde yapılanları gördüm.. Baylanlar'ın Köşklerinin restorasyonu bitmek üzereydi. Türk- İslam süsleme sanatlarının hayatta olan en değerli ustaları, o benzersiz tavan işlemeleri üzerinde son rötuşları yapıyorlardı..
Yazdım.. Günlerce yazdım.. Ecevit'in dikkatini çekmek, İstemihan Talay'ı insafa getirmek için.. Talay ilgilendi yazdıklarımla.. Beni mahkemeye verdi..
Bir sabah telefonum çaldı. Açtım. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer bizzat arıyordu.. "Sayın Uluç, yarın İstanbul'dayım. Ayazağa'yı gelip göreceğim" dedi..
Ertesi sabah fırladım gittim.. Geldi Cumhurbaşkanı.. Gördü.. Öğrendi. Üzüldü.. "Elimden geleni yapacağım" dedi.. Ama elinden fazla bir şey gelmedi. Ecevit'in kini ve nefreti bitmedi..
Devir gene değişti.. İstemihan Talay gitti..
Başka iktidarlar, başka bakanlar geldi..
Erkan Mumcu mesela.. Yakın dostumdu. Söz verdi.. "Bitireceğim" diye.. "Bak, benden küçüksün. Ama bu kurdeleyi kes, Taksim Meydanı'nda elini öpeceğim" dedim..
Bitiremedi.
Atilla Koç, gerçekten bitirecekti, bakanlık ömrü yetmedi..
Ertuğrul Günay gelir gelmez önce söz, sonra müjde verdi..
"Bir özel şirketle anlaştım. Sponsor olmayı kabul ettiler, bitirecekler.."
Günler, haftalar, aylar geçti ve haber geldi..
Bitirmeye söz veren şirket, bitirme kararı vermiş.. Kültür Merkezi'ni bitirme kararı.. Kaba inşaatı tamamen biten inşaat, temelinden dinamitlenecek, arazi dümdüz edilecek, yerine, seyircilerin ayakta rock konserleri izleyeceği bir disko benzeri şey yapılacakmış.. Kalan araziye de villalar dikilecektir her halde..
İstanbul'un en güzel, en kıymetli yerinde 60 dönüm, kültür ve sanata ayrılır mı?. Rant mı yapar, sanat?.
Şimdi, önce Sevgili Dostum Ertuğrul Günay'dan, sonra bir yanlış anlama olmasın, elimizde bir belge bulunsun diye yazılı açıklama istiyorum. Islak imzalı..
"Bu inşaatı hangi şartlarla devrettiniz?. Bugün durum nedir?. Tekelioğlu'nun projesi mi bitecek mi?. Ne zaman?. Yoksa sil baştan o ticari işler mi yapılacak?.."
Ondan tatmin edici bir yanıt alamazsam, o zaman, başvurum, Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ'a olacak..
"Sayın Komutan, O araziyi Birinci Ordu, Kültür Merkezi Projesi'nin gerçekleştirilmesi için İKSV'ye tahsis etmiştir. Bu amaçtan vazgeçilirse, araziyi geri alma hakkınız doğar.. Lütfen dava açın ve geri isteyin. Arazi, üzerindeki bugünkü yarım inşaatla orduda kalsın.. Yarın bitireceğine inandığınız birileri iş başına gelirse, onlara devretmek üzere saklarsınız, en azından.."