Şimdi size iki tablo nakledeceğim.. Birincisi..
Yer.. Akmerkez'in önü.. Yani İstanbul'un nerdeyse merkezi.. En kalabalık, en yoğun bölge.. Bu yüzden günün 24 saatinde kontrol altında.. Yığınla ekip, aracı ve polisiyle her an nöbette.. Ve akşamüzeri..Yani en yoğun saat!..
Biz sol şeritte kırmızıda bekliyoruz.. Az ilerdeki ışıklarda sola döneceğiz çünkü.. Yeşil yanıyor ve Ercan'ın hareket etmesiyle frene basması bir oluyor.. Oysa boynuma yeni takılan protezler yüzünden sert fren yapmamaya tembihli.. Ama mecbur, çünkü hayvanlardan özür dileyerek "Hayvan" diyeceğim bir herif-i naşerif, en sağdan fırlıyor. U dönüşünün yasak olduğu kavşakta, hem de tam yeşil yanarken bizim ve karşıdan gelen trafiğin ortasına kendisini atıyor U dönmek için.. Karşı yönden de acı fren sesleri.. Şaşkınlık içinde plakayı alamıyorum. Mesele plaka değil zaten..
Mesele?..
Adamdaki, aslında pek çoğumuzdaki İstanbul'u dağ başı yapan pervasızlığa bakar mısınız?..
Yahu böyle bir şeyi akla getirmek mümkün değil, uygar bir kentin hem de en yoğun ve en kontrol altındaki merkezinde.. Ama bizimkinin umurunda değil, hem de etraf polis doluyken.. Neden değil..
O zaman geliyoruz tablo 2'ye..
Yer Sabah gazetesinin hemen yanı.. Barbaros Bulvarına açılan ara sokakta karşıya geçmek için ışığın bana yeşil yanmasını bekliyorum.. Yanıyor. Adımımı atmamla çakılmam bir oluyor.. Benim önümde de biri var. Üniformalı.. Kırmızıda son hızla yaya geçidine dalan arabanın altında kalmaktan zor kurtulan üniformalı adama hayret ve dehşetle bakıyorum..
Trafik polisi.. Sabah'ın önünde görevli trafik polisi..
Sürücü denen hayvan, ne ışığı takıyor, ne polisi.. Çünkü malını biliyor..
"Memur Bey, adam bize yeşil yanarken yaya geçidinde hem de sizi eziyordu az daha" diyorum..
Cevap, altın yazılarla dünya trafik tarihine yazılmalı..
"Ne yapabilirim ki Hıncal Bey?.."
Acze bakar mısınız?.. Zavallılığa bakar mısınız?..
Elinde telsiz, cebinde telefon polis, böylesi bir cinayet suçu işleyen arabanın plakasını almaktan, anons etmekten, yakalayıp canına okumak ve bu küstahlığını ona ibret-i alem için ödetmekten aciz.. Bana soruyor..
"Ne yapabilirim ki, Hıncal Bey?.."
"Bu üniformanın onurunu, saygınlığını iki paralık etme o zaman.. Çek git buradan da, 'Herif polisi bile adam yerine koymuyor' diye kahrolmayayım bari" diyorum..
Onun farkında değil.. O üniforma nedir, neyi temsil eder, onu bilmiyor.. Kim bilmiyor?..
Sabah'ın atv'nin yani medyanın önünde görevlendirilmiş, yani en deneyimli, en iyisinden seçilmiş olması gereken trafik polisi..
Ötesini varın hesap edin..
Akmerkez'in önünden, yanından geçmeye utanıyorum.. Burası Devlete Meydan Okuma alanı çünkü..
Çapraz işaretler var. Park etmek değil, durmak, duraklamak yasak yani, Papermoon önünde.. Ama burası en kalantorların yemek yediği yer.. Sıkıysa ceza yaz, soluğu anında Şırnak'ta alırsın.. Çapraz yasaklı yolun kenarında 24 saat hem de duble park var, yolu daraltan, tıkayan, kilitleyen. Başlarında da değnekçi gibi trafik polisi dolaşıyor. Az ilerde Nispetiye Caddesi'ne birleşen virajın içi de gene park yeri... Çünkü bu kalantor hazretlerinin arabaları Akmerkez'in içindeki, ya da yanındaki oto parka bizahmet gitmezler.. Ana cadde, o Ulus arteri babalarının malı.. Polisin de sıkmaz yüreği onlara ceza yazmaya, ya da arabalarını çektirmeye..
Bu devletin itibar, ya da otoritesinin nasıl üç paralık olduğunu görmek istiyorsanız, Akmerkez'e uzanın yeter!..
Bu kentin bir Trafik Müdürü var mı?.. Varsa muhteremde "Utanma" diye bir duyu var mı acaba?.
Olsa, o rezillik günün 24 saati bu ülke insanı ve bu devletle alay ederek orada olmaz.. Gücün yetmiyor mu denetlemeye?. O çapraz levhaları kaldırt o zaman, devlet rezil olmasın. Onu da mı beceremiyorsun. O zaman polisi çek görüntüden ki, o üniforma iki paralık olmasın..
Hiç birini yapma,, Seyret dur!.. Hiç sıkılmadan.. Yüzün kızarmadan..
Pes!.