Şehir ve İnsan deyince 70'li yılları yaşayıp da, o unutulmaz TRT televizyonunun dizilerinin en güzellerinden birini hatırlamayan var mı?.
Anthony Quinn, nerdeyse unutulmuş bir uzak Amerikan kasabasının hem de azınlıktan gelme belediye başkanı Thomas Jefferson Alcala rolünde harikalar yaratıyordu.
Dizi aslında günümüz politikacıları, özellikle de yerel liderler için bir dersti de..
Belediye Başkanlığı denen işin ruhunu anlatıyordu, aslında..
Şehir tamam.. İnsan da tamam.. Her yerde bir arada bu ikisi..
Peki o şehirdeki o insanın sahibi var mı, ülkemizde?.. Bizde Thomas Jefferson Alcalalar var mı?.
Sıkıntıda olduğunuz, sorunlarınızı çözemediğiniz zaman "Bizim yanımızda" dediğiniz, diyebileceğiniz birisi var mı?.
Kriz anında ortaya çıkıyor, varlığı ile yanınızda olduğunu kanıtlıyor, sorunu o an çözemese bile, size yalnız olmadığınız duyusunu veriyor mu?.
Filmlerde rastlamışsınızdır.
Kentlerin eskiden etrafları surlarla çevriliyken sahiden, günümüzde sembolik anahtarları vardır. Bu anahtar kent yönetimin liderinde, günümüzde Belediye Başkanında durur.. Halkın seçtiği yerel liderde..
Sembolik anahtarın anlamı gerçektir aslında.
Kentin, dolayısıyla kent insanın sahibi Belediye Başkanıdır.. Vali ya da kaymakam değil..
Çünkü ötekiler bürokrattır. Atanarak gelmişlerdir. Emirleri kendilerini atayandan alırlar. Hizmet önceliğini de onlara verirler. Vermezlerse yerlerini kaybedebilirler çünkü..
Bu yüzdendir, kendilerini atayanlardan biri kente geldiğinde işi gücü bırakıp onun peşine düşmeleri, onu gidene kadar ağırlamaları, onun sağlığı, güvenliği, keyfi uğruna halkı yok saymaları.. Yolları keserler mesela, halk ambülansta can çekişirken, yollarda sürünürcesine beklerken, patronları rahat gitsin diye..
Kent insanı onların ikincil işidir. İşin doğası bunu gerektirir.
Oysa Belediye Başkanı oraya merkezden atanarak değil, o yöre halkının oylarıyla gelmiştir. Getiren de, götürecek olan da halktır. Yani patronu halktır, başkanın.
Yani..
Halkın sahibi, onun seçtiği Belediye Başkanıdır.. Atanan vali, kaymakam değil..
Peki öyle midir?..
Sevgili İsmail Ünal dostum sakın alınmasın. Bu her yerde böyle de, ben Beşiktaş'ta içinde yaşadığım için örnekleri Beşiktaş'tan veriyorum..
Ortaköy, uzun süredir hafta sonlarında elektrik krizi yaşıyor. Burası mesken bölgesi iken döşenen eski şebeke, yapılan yığınla işyerinin çektiği yüklü elektriğe dayanmıyor ve işlerin yoğunlaştığı hafta sonlarında, patlıyor bir yerinden..
Ve de Ortaköy esnafı, tam da para kazanacağı birkaç yaz hafta sonunu boş geçiriyor.
Tabii hafta sonu nefes almak için Ortaköy'e inecek binlerce orta sınıf insan da..
Bir.. İki.. Beş..
Esnaf çaresiz.. Halk çaresiz..
Ortaköy'ün elektriği, yerel belediyenin işi değil.. Tamam.. Tamam da, o insanların sorununu çözümlemek Belediye'nin işi değil mi?. Halkın sahibi o değil mi?.
Kriz anında Ortaköy halkı, Belediye Başkanlarını bir sivil toplum lideri olarak aralarında görseler, onun sağa sola koşarak, telefonlar ederek sorunun kesin çözümü için çırpındığına şahit olsalar..
Hatta ve hatta mesela, o Belediye Başkanı "Bizim sorunumuzla ilgilenen yok. O zaman ilgiyi çekelim" diye halkın önüne düşse ve protesto eylemlerine liderlik etse, mesela, yüzlerce esnafla yere oturup Boğaz Yolunu kesse ne olur acaba?.
Söyleyeyim.. Adına türküler düzülen bir halk kahramanı.. Bir Köroğlu, Dadaloğlu olur!. Dünya durdukça da seçim kazanır..
Bizim evin az ilerisi.. Akıllara seza bir uygulama ile, mahalle arasına, daracık sokağa köprüye çıkış yolu alındı. Mahalle arasında TIR konvoyları..
İnsana ve şehirciliğe ihanetlerin en büyüğü.. Ora halkında ne huzur kaldı, ne sağlık.. Çocuklarını kapının önüne çıkaramaz oldular korkudan.. Gürültü 24 saat sürüyor, durmadan korna.. Egzoslar soluk alınmaz hale getirdi sokağı.. Evlerine geçin arabaları, yaya gidip gelemez oldular.
Böylesine bir ihanete uğrayan mahalle sakinleri, dünyanın en uygar protestosunu yaptılar.. Evlerinin pencerelerine huzurlarını ve sağlıklarını geri isteyen pankartlar astılar.
Kimse umursamadı.. Duvara asılı pankart, Bay Kadir Topbaş'ın ve onun bu kararı alan adamlarının keyfini bozmuyor ki, niye umursasınlar.. Ben hatta şaşıyorum o pankartlardan niye belediye vergisi almıyorlar diye.. Aylardır pankartlar orda.. Aylardır işkence sürüyor.
Peki o mahalle halkının davasını kim güdecek?..
Kim sahiplenecek onları..
Kim "Ben sizin yanınızdayım" diyecek..
İsmail Ünal o sokaktan geçti mi, bana komşu, mutlak geçti. Ona oy veren insanların ızdırabını yaşadı mı?.. O zaman niye ortaya çıkmadı?.
Niye o sokaktaki her evin kapısını çalmadı.. Niye onlarla "Ne yapabiliriz"i konuşmadı.. Niye başlarına geçmedi, niye önlerine düşmedi, niye o insanların sessiz çığlıklarının duyulması ve çözüm bulunması hareketine liderlik etmedi?.
Çünkü bizde Belediye Başkanlarının görevlerinin kanunlarda yazılı olanlarla başlayıp bittiği düşünülüyor..
Yol hakkında karar yetkisi kimde?.. Elektrikten kim sorumlu.. "Ben değilim. O zaman bana ne.. Sen git sorumlunun kapısını çal.." Yanlış..
Belediye Başkanı halkın sahibidir. Halkın her sorununun sahibidir. Sahibi olduğunu da kanıtlamalıdır.
Halkın yanında olarak.. Yanında olduğunu, hele de kriz anlarında vücudu ile aralarına girip, dosta düşmana göstererek. Onlara liderlik ederek... Öne düşerek.. Peşine takarak..
O mahalle halkı başlarında Belediye Başkanları yolu kesseler, önlerinde başkanları, Büyük Şehir kapısına, Vilayet Kapısına, Elektrik İdaresi kapısına dayansalar, umursanırlar mı, umursanmazlar mı?.. Buyrun!..
Bu ülke böyle bir belediye başkanı gördü mü?.
Kriz anında "Bak işte Başkanım burda yanımda. Yalnız değilim.. Sahibim var benim" dedirten, lacilerle, takım kravat makam arabasında değil, blucin tişört aralarında koşan terleyen bir başkanı gören..
Gören söylesin, TV dizileri ve filmler dışında tabii..
Yerel seçimler yaklaşıyor.. Belediye Başkanları ve aday olmayı düşünenler, bu dediklerimi bir düşünsünler bakalım..
Hem de iyi bir düşünsünler..