Hayatımın en güzel gecelerinden birini tesadüfen yaşadım.. Hem de işin başlangıcında "Tatsız" denecek bir tesadüf sonucu..
Les Ottomans'da havuz başında bir parti varmış.. İstanbul gecelerini renklendiren restoran ve kulüp işletmecilerinin derneği bu yemekli partide Ertekin'e ve Tefo'ya, mesleğe verdikleri 40 yıl için teşekkür edip bir plaket verecekmiş.. Telefon üstüne telefon..
Yaz gecesi, deniz kenarı, havuz başı.. Bir pantolon bir gömlek, gittim ki, millet grand... Ertekin iki dirhem bir çekirdek. Unutulmaz Tefo nasıl şık.. Bizim İsmet'in meyve getirmiş çırağı gibi kaldım mı, o tuvaletli hanımlar, siyahlı beyazlı smokinli beyler. Böyle şeylere ne kadar dikkat ederim bilirsiniz. Bir kenarda durdum, Ertekin'le Tefo'yu öptüm.. Sonra sessizce sıyrılıp, hemen yandaki Q'ya geçtim, yemeğe kalmadan, masaya oturmadan..
Ve rüya orda başladı.. Rüyadan da güzel aslında, ama başka sözcük bilmiyorum ki..
Kaç kez gittim, Q'ya.. Meğer yalnızlığın tadı başkaymış.. Haşmet şimdi kıs kıs gülüyordur içinden "Yatsıdan sonra günaydın, Hıncal Ağbi" diyerek..
En dipte divana oturdum, sırtımı yastıklara dayayıp.. Boğaz'a bakan camlar kalkmış.. Denizin meltemi hafif hafif okşarken beni, puromu da yaktım..
Solumda Boğaz.. Dünya güzeli, eşsiz Boğaz.. Karşının ışıkları bir bir yanıyor titreyerek.. Titreşim, denize yansımalarda daha da artıyor.. Hafif çırpıntı dalgalar minik ışık nehirlerini bana doğru kıpır kıpır getiriyorlar..
Karşımda köprü.. Boğaz'ın kolyesi gece olunca.. Araçlar görünmüyor. Sadece kolyenin ışıl ışıl incileri Asya'dan Avrupa'ya kayıyorlar.. Nasıl doyulmaz bir manzara bu Tanrım.. Ve hepsini bu kente vermişsin, cömertçe..
Aslında ülkeme ne kadar cömertsin.. Daha dün, taa öbür uçtaki Van'daydım.. Orası güzellikler cenneti değil mi?.. Neresi değil ki?.. Gözünü kapa, parmağını bas Anadolu haritasına.. Git, hazineleri keşfet..
Nazlı nazlı kotralar geçiyor el sallama mesafesinde.. Loş ışıklı.. Ve de kocaman, koskocaman, simsiyah metreler boyu gemiler.. Başında ve kıçında iki fersiz lamba yanarak..
Bu nasıl bir gecedir?..
Bu geceyi böyle yapan yalnızlığım mı?. Ne lafa tutan var, ne kafamı, gözümü meşgul eden.. Kendi yalnızlığıma gömülmüş bu güzelliği yaşıyorum, saniye saniye..
Derken sağımdan bir ses.. Bir ipek ses.. Bir şarkı.. Kafamı çeviriyorum.. İlham Ağabey.. İlham Gencer piyanoda.. Onur davulda, Oğuz da basta.. Böyle bir üçlüyle ilk tanışmam geliyor aklıma, Ankara'da.. Amerikalıların O Club'üne Holly'yle giderdik. Erol Pekcan, Nejat Cendeli, Selçuk Sun.. Müthiş müzik çıkar bu üç sazdan.. Bu defa da öyle.. Bu defa üstelik o ipek ses de var.. İpek Dinç. . İlham Ağabeyin son keşfi müthiş caz şarkıcısı güzel kız.. Söylemiyor şarkıları.. İçinize akıtıyor.. Kulağınızdan kalbinize..
En güzel aşk şarkılarını söylüyor, dünyanın.. İlham Ağabey'in parmakları gönlümü alıp diyar diyar sürüklerken..
Roma, Venedik, St. Tropez, Paris, Madrid, Barcelona, Los Angeles, New York, Rio, Meksico City.. Anılara dalıp gidiyorum.. Ve de aşklara.. İpek'in söylediği nerdeyse her şarkıda birileri geliyor yanıma oturuyor, sımsıkı sarılıyor bana, kulağımda nefesini hissediyorum sanki..
Yalnızlığımda yalnız değilim, olur mu böyle şey.. Dünya geçiyor önümden.. Ve bütün aşklarım başlarını omzuma dayamış..
Ne kadar mutlu bir ömür yaşadığımı bir kez daha hissediyorum.. Bütün geride bıraktıklarım, bütün terk edilmişliklerim ve bütün yalnızlığım içinde ne kadar dolu dolu yaşamışım ben..
Karşıda bir düğün olmalı.. Göğü aydınlatan havai fişekler, gecenin tacı oluyor finalde..
"Bir daha, çok daha, her Perşembe gelmeliyim Q'ya" diyorum.. "Bu manzarayı, bu müziği yaşamayanlar, yaşamış sayılmazlar ki.."
Arabama biniyorum. Ercan gaza basıyor.. Arabanın müzik setinden mi geliyor, Sezen'in sesi.. Yoksa içimden mi?..
"Gece bitmez gündüz bitmez
Bu yalnızlık hiç bitmez
Ne kavgam bitti ne sevdam
Ömür geçer gönül geçmez
Her ayrılık bir vurgun değmeyin yaşlarıma
Benden selam söyleyin bütün aşklarıma.."