KIBRIS uçağındayım. Uçağa ilk girenlerden biriyim. Yerim ön koltuklarda.. Giren herkesi görüyorum.. Tüm yolcular hemen girişte duran hostesin önünden geçiyorlar, mecburen..
İngilizleri hemen ayırıyorum.. Hayır, tiplerinden, kılıklarından değil.. Davranışlarından..
Hepsi, ama hepsi onları "Güya" karşılayan Hostese "Hello" diyorlar.. "Merhaba" yani.. Kucağında bebekle kadın.. Nefes nefese.. "Hello" diyor.. Eli, kolu paketlerle dolu, yüzü zor görünüyor, yaşlı adam.. "Hello" diyor geçerken..
"Merhaba.. Merhaba.. Merhaba.."
Hostesimize bakıyorum.. Dünya tatlısı bir kız.. Ama yaşamıyor.. Heykel gibi kapıda.. Ne yanıt veriyor "Hello"ya.. Ne başıyla hafif selamlayarak "Hoş geldiniz" jesti yapıyor..
Gülümsemiyor bile..
Kendisine Merhaba diyene boş, bomboş, ölü gözlerle bakıyor.. Oysa bir dakika önce beni ne sıcak karşılamıştı..
Benimle İngilizin farkı açık tabii..
"Ye kürküm ye!.." davası..
Yıllar öncesini hatırlatıyor İngilizler bana.. İngilizleri nasıl böyle kolaylıkla ayırdığımı hatırlıyorum, uçağa binen bizimkilerden ve de başkalarından..
İlk gidişimdi Londra'da.. Mr. Chong diye bir Çin Lokantası var, Harrods civarında, onu arıyor bulamıyorum. Gazete büfesine gittim. Oradaki yaşlı adama "Mr. Chong nerde" diye sordum..
"Hello!.. How are you today" dedi, suratıma bakıp..
"Önce Merhaba de, sersem"di, Türkçesi değil de, ifadesi..
Bir gülümseme.. Bir Merhaba.. Bir Günaydın!..
İnsan olmanın böyle başladığını bir gün biz de öğreneceğiz mutlak!..