Hele kura da şeker gibi çıkınca, Galatasaray'ın UEFA Şampiyonluğuna ikinci kez ulaşabileceği yolundaki hesaplar ve umutlar, özellikle camiada arttı.. Her hafta başında Foto Maç editörlerinden Bülent Can beni ziyaret eder, ertesi günlerde gazetesinde yayınlanan bir sohbet yaparız..
Ayni şeyi sordu Bülent de..
"Ne dersin Hıncal Ağabey, Galatasaray bu yıl UEFA Şampiyonu olur mu?.."
Güldüm..
"Lig şampiyonu olamazsa şaşmam!.."
Lige bir bakın.. Galatasaray lider.. Rakipleri, Fenerbahçe, Beşiktaş ve Trabzon'dan da daha sekizinci hafta olmasına rağmen puanlar dolusu önde.. Ligin en çok gol atan, en az gol yiyen takımı.. Daha ne olsun?..
Görünen bu.. Tamam.. Peki ama arkası..
Bu puan durumunun sebebi, Galatasaray mı, yoksa öteki adı Büyükler (!) mi?. İşte biraz top oynayan Sivas, bu hafta 20'dan puanları koruyabilse, liderdi..
Şimdi soruyorum..
Galatasaray size oturmuş, istikrarlı bir takım izlenimi veriyor mu?. Kalecisinden başlayarak oyuncularıyla.. Oyun düşüncesiyle..
Büyük hedeflere oynayacak bir takımın güvenilir bir savunması olması gerek.
Galatasaray savunması güven veriyor mu?..
Orkun güven veriyor mu, en başta?.
Kalecisine güvenmeyen takımın başarılı olması zordur. Orkun her an, her hücumda gol yiyebilir hissi veriyor, geri paslarda bile.. Büyük başarılar için, bazen takımın bittiği yerde kalecinin ortaya çıkması gerekir. Orkun, en kritik anlarda muhteşem kurtarışlar yapabileceği izlenimi veriyor mu?. Kurtarış yaptı mı hiç?.
Aykut çok daha sağlam bir kaleci, ama Kalli Orkun'da ısrar ediyor.. Çünkü Kalli futbolcuların maçta birbiriyle konuşmasını istiyor. Haklı. Orkun en çok konuşan adam. Top rakibe geçti mi, savunmayı yönetmeye başlıyor. Ama abartıyor. Panik havası yaratıyor adeta..
Vestel kalecisi Ufuk tavsiye edilmeye başlandı bile.. O Ufuk Galatasaray yönetiminin beceriksizce elinden kaçırıp Antalya'ya yolladığı Fevzi'nin yedeğiydi, Ümit Takımında. Bir türlü Fevzi'yi geçip takıma giremedi, anlayın.. Sezon başındaki üç kaleciden, en sonuncu olması gerekeni kalede. En iyisi gitti. İyisi de yedek bekliyor, yıllardan beri.
Hücum futbolu oynayan bir takım savunmasının gerek bireysel, gerek takım oyununda çok sağlam olması gerek. Galatasaray savunmasında, en iyi Song dahil bireysel hata her an bekleniyor. Pozisyon hatası gani..
Bireysel hatanın çok olduğu savunmalarda kademeye girmek ve yardımcı olmak önem kazanır. Bunu Song dışında yapan var mı?. Kalecisi dahil her an gol yemeye hazır bir takım UEFA'da nasıl ilerler peki?.
Galatasaray'ın orta sahası güçlü.. Çok adamı var. Forveti, gol adamları da öyle..
Ne var ki, orta sahanın yıldızı, takımın oyun kurucusu, beyni, yeni Hagisi olarak vasıflandırılan Lincoln akıllarda kalan bir iki şık hareketi dışında ne derece yararlı, tartışılır. Takım tam hücuma çıkarken kaptırdığı toplar ve bu yüzden Galatasaray'ın yediği kontrataklar sayısız.. Topsuz oyunda ve top rakipteyken nerdeyse yok. Galatasaray adeta 10 kişi..
Fenerbahçe Alex ve duran topları ile şampiyon olurken, Galatasaray taç atmayı bile beceremiyordu. Lincoln gelince durum değişti mi peki?. Hani duran top pozisyonları, golleri?. Galatasaray hâlâ penaltı özürlü.. Bir penaltıcısı yok. Biri kaçırıyor, öteki atıyor, o kaçırınca, daha öteki. Rotasyonla penaltı atılır mı?. Nonda dahil, penaltı atmayı bilen adam yok Galatasaray'da.. Penaltı "Kaleci ters tarafa atlarsa" diye atılıyor. Yani daha işin başında şans yüzde 50'ye düşüyor. "Böyle penaltı atılmaz" lafını kim edecek, kim öğretecek, kim bu takıma bir asıl, bir yedek penaltıcı belirleyip, atışları hep onlara yaptıracak, penaltı antrenmanları dahil..
Bir takım yıllardır penaltı özürlü olursa, bu ayıbın bir sorumlusu çıkmaz mı?.
Penaltı özürlü takım büyük takım olur mu, peki?..
Bu noktada Teknik Yönetime geliyoruz..
Galatasaray'ın Teknik Yönetimi ne derece istikrarlı sizce?..
Kalli "Ben hücum futbolu oynatırım. Ben üç yersem, beş atmak için oynarım" demişti, öyle de başlamıştı. Galatasaray en çok akın yapan, en çok şut atan, en çok pozisyona giren takım oldu gerçekten..
Peki sonra?..
Sion maçında sahaya çıkardığı müthiş hücum takımı, en olmadık ihtimallerle, en olmadık golleri yiyip 3-0 mağlup duruma düşünce, o Kalli gitti, yerine başka Kalli geldi.. Korkak, tedbirli, yenmek değil, yenilmemek için oynayan Kalli..
Ondan sonra sahaya sürdüğü takımlar hep savunma ağırlıklı oldu.
Son Kayseri maçı Kalli'deki kafa değişikliğinin kanıtı oldu. Maç 1-1 devam ederken, Arda'yı, Galatasaray'ın sahadaki en iyi hücum kurucusunu kenara alan Kalli, oyuna Hakan Balta'yı soktu. Volkan'ın önüne ikinci sol bek olarak.. Ve de kenarda Hasan Şaş, Sion maçını ikinci yarıda oyuna girerek 30'dan döndüren hücum adamı beklerken..
"Ben Kayseri'yle 1-1 berabere kalmaya razıyım" diyen birisi yarın "Benim takımım büyük" diyebilir mi?.. Derse inandırıcı olabilir mi?.
Futbolcu müthiş zekidir. Hocasının yaptığı işlerden niyetini anında sezer.
Galatasaray takımı o gün hocasının Kayserispor'dan korktuğunu hissetti, gördü, anladı. Şimdi ayni hoca, ayni takımı bir büyük maçta nasıl motive eder, nasıl inandırır da, maçı kafalarında kazanmalarını sağlar, sahadan önce söyler misiniz?. "Yahu Hoca, sen Kayseri'den korktun. Şimdi bize Bayern'i anlatıyorsun" diye, kıs kıs gülmez mi içinden?..
Dahası..
Kalli'nin yıldız futbolculara ders vermek, onlara "En büyük benim, sizden büyük ben varım" demek gibi bir takıntısı var sanki..
Türk futbolunun yetiştirdiği ender futbolculardan Hasan Şaş'ı Dünya Kupası dönüşü, Galatasaray Yönetiminin beceriksizliği, kendi gençlik hataları oldukça geriye götürmüştü. Fatih Terim'den umutla bekledim. Yapmadı. Belli onda da Hasan Şaş takıntısı var. Bugün Tümer'den medet uman hocanın Hasan Şaş'ı aklına bile getirmemesini başka nasıl değerlendirebilirim ki..
Galatasaray'a gelen hocaların hiçbiri Şaş'ı kazanmak yolunda çaba harcamadı.
Bu yıl Kalli gelince "Tamam" dedim, ama gene yanıldım. Kalli de, Hasan'ı kazanmak değil, kökünden silmek, yok etmek niyetinde, nedense..
Sezon başından beri yıprattı. Kayseri maçında da bitirdi, resmen..
Hasan Şaş, hem de Galatasaray maçın büyük bir bölümünü mağlup, berabere, nerdeyse pozisyonsuz oynarken, Arda oyundan çıkarken, 88'de, taktik değişiklik, yani vakit kazanmak için oyuna sürülecek çaylak mı?.
Hadi o son dakikalarda Hasan'dan mucize bekliyorsun diyelim. Hasan top getirici, oyun kurucu adam. Hakan oyundan alınmış zaten.. Hasan girerken, Ümit'i de kenara çekersen, o zaman Hasan bu topu kime getirecek?..
Ne demek bu?..
"Ben senden bir şey beklemiyorum zaten. Az biraz vakit çalalım diye oyuna sokuyorum seni, ben Kayseri'de 1 puana razıyım."
Büyük hocalık bu mudur?.
Bu büyük hoca Hasan'ı kazanır mı, bitirir mi?.
Kalli böylesine akıl almaz hataları yaparken, Ahmet Akçan'ın işi ne?.
Antrenör ne işe yarar?.
O zaman Ahmet Hoca kendisine "Tercüman Ahmet" denmesinden niye alınıyor?. Tercümanlık dışında bir varlık gösterdi mi?.
Ahmet Akçan, yeri geldiğinde Mustafa Denizli'nin, hem de Derwall gibi bir dünya devine, hem de Galatasaray genç takımının başından gelmiş çaylak bir yardımcıyken nasıl kafa tuttuğunun, nasıl çatır çatır tartıştığının, dediklerini nasıl kabul ettirdiğinin canlı şahidi değil mi?.. Hatırlamıyor mu?.
Derwall'in yanında işe, diplomaları ve ana dili gibi bildiği Almancası ile Mustafa Denizli'nin çok önünde başlamışken, onun çok çok gerilerinde Tercüman Ahmet olarak kalmasındaki sebebi hala anlayamadı mı?.
Bugün niye Mustafa, bu ülkenin yetiştirdiği halen görev yapan en büyük iki hocasından biri de, Galatasaray camiası Ahmet Hoca'nın Kalli'nin yardımcılığına gelmesini bile sindiremedi?. Çünkü o Tercüman Ahmet'ten ötesi olduğunu göstermiyor, gösteremiyor..
Giderek korkaklaşan ve Hakan, Lincoln, Hasan, Arda tavırları ile, daha başından beri yıldızlarla takıntılı olduğu duygusunu veren Kalli ile işler şimdilik tabela sayesinde iyi gider görünüyor.
Sion bir köy takımı olmasa, o 3-0'dan sonra işi bitirir, Galatasaray da çözülürdü.
Şimdi bir başkası, bu defa köy takımı olmayanı ayni fırsatı yakalarsa, Galatasaray'ın tabela yaldızı öyle bir dökülür ki, bir daha boya da tutmaz. Çorap söküğünün arkası gelir diye düşünüyorum.
Çare..
Ahmet Akçan'dan umut yok. O Derwall'in Denizlisi, Piontek'in Terim'i olmaya niyetli bile değil.. Galatasaray yönetimi, etkili olabilecek, yarın günü geldiğinde Kalli'den bayrağı alacak birini Florya'ya koymayı başaramadı, daha doğrusu beceremedi.
O zaman çare..
Galatasaray'a, Adnan Polat'a benim tavsiye ettiğim Kalli'nin, benim bildiğim, tanıdığım, inandığım ve saygı duyduğum o ilk dönem Kalli'sine dönüşmesi.. Eski Kalli olması..
Bu korkak ve şöhretlere, yıldızlara takıntılı kafa, yaşlılığın en büyük ifadesi..
Oysa sezon başında işe başlayan Kalli öyle genç görünüyordu ki..