Kapıdan içeri girdiğini kimse fark etmedi.. Orada onu bekleyen kameralar ve foto muhabirleri dahil.. Etrafına baktı şöyle.. İlerde bir aynanın önünde oyalandı şöyle bir.. Sonra tekrar geri geldi.. Birkaç kişi ile el sıkıştı bu defa.. Sonra salondaki kalabalığın arasına karıştı..
Dakikalar geçti.. Ne zaman ki geceyi düzenleyenler onu açılış konuşmasını yapmak üzere mikrofona davet ettiler ve "Miss Bo Derek" diye takdim ettiler.. O zaman başlar çevrildi. Mırıltılar yükseldi ve insanlar birbirlerine "Aaaa!.. Buymuş" diye mırıldandılar..
Playboy'da kocası John Derek tarafından çekilmiş çıplak resimleri yayınlanır, 10 ve Bolero filmleri dünyada olaylar yaratır, Bo Derek dönemin en seksi, en dişi yıldızı olarak dünya erkeklerinin, bu arada tabii benim de, rüyalarına girerken gelseydi Türkiye'ye ne olurdu diye düşündüm de..
Havaalanı dolardı bir defa, Fener'e Roberto Carlos gelir gibi.. Bo'yu kameraların ve paparazzilerin elinden polis kurtarır, limuzine taşırdı ancak. Kaldığı otelin etrafını hayranlar kuşatır, bir gazeteci ordusu, lobide, komşu balkonlarda nöbet tutardı, bir Terry Moore pozu daha yakalar mıyız, diye.. Nur içinde yat, İlhan Demirel.. Hollywood'un en skandal resmini çekmişti, İstanbul Hilton'da..
Katılacağı davette bulunabilmek için sosyete, hatta rüşvetler verirdi, daveti yapanlara.. Hele genç ve azgın tekeler, kapıdan sızabilmek için kimbilir ne numaralar çekerlerdi.. Onunla konuşmayı başaran gazeteci sürmanşetten anons edilirdi..
..Ve şimdi.. Üstelik hem de adına verilen bir davette, herkes onu beklerken geliyor, ama kimsenin dikkatini çekmiyordu..Neden?..
Yaşlandı da ondan mı?..
Yok canım..
Geçen yıl Londra'da ondan 20 yaş büyük 72 yaşındaki Sophia Loren'in salona girişini hatırlıyorum.. "Vini, vidi, vici" diyen Sezar'ın ihtişamı vardı, Sophia'da.. Gittim.. Gördüm.. Yendim!..
Bo, 51 yaşındaydı topu topu.. Ve de Allah sizi inandırsın, 40'a merdiven dayamış, 30'ların sonlarından öte de görünmüyordu.. O halde..
Bir defa Bo, Sophia değildi. Sophia tüm dünyanın kabul ettiği büyük bir sanatçıydı. Üstelik arkasında Carlo Ponti gibi bir sinema devi vardı.
Bo, Hollywood denen ışıltılı fabrikanın birkaç film için yarattığı, kullandığı ve hemen yenilerini bulduğu için unuttuğu bir yapay yıldız..
Sophia hayatının her döneminde, sinemanın, cazibenin, medyanın içinde kalmıştı.
Bo, 1984'te çevirdiği Bolero'dan sonra, 90'lara kadar kaybolmuş, daha sonra Tv dizilerinde roller bulabilmiş, sinemadan elini ayağını çekmişti.
Ulus 29'un kliması yetersiz, insanı kan ter içinde bırakan o bodrum bozması salonuna giren kadının, 1970'lerin o seks starıyla uzaktan yakından ilgisi yoktu.
Hollywood denen fabrika işte bu.. Ufak tefek, minyon, incecik, hatta çöp bacaklı kadından nasıl o muhteşem görünüşlü seks bombasını yaratabiliyor sistem..
O gece o salona giren Bo, Ortaköy'de ayni kılıkla yürüyüşe çıksa, inanın kimse farkına varmaz, dönüp bakmazdı bile..
Şimdi burada durun. Bu satırlarda, övgü de var..
Nasıl mütevazi, nasıl alçak gönüllü, nasıl basit, iddiasız, şirin bir kıyafet.. Nasıl abartısız bir makyaj ve nasıl abartısız, edasız, nazsız bir kadın..
Olmaz böyle şey.. Kim ne derse desin.. Sen Bo Derek'sin eninde sonunda.. Ama onun yorumu şu..
"Eee.. Ne var, Bo Dereksem!.."
10'daki Bo'ya aşık olmuştum.. Ulus 29'daki Bo'yu çok sevdim..
***
Yanına gitmedim.. Fotoğraf çektirmeye teşebbüs etmedim. Hatta çekmeyi teklif edenlere teşekkür ettim..
Ev sahipleri onu bana getirdiler.. Tanıştırdılar.. (Eeee. Hıncal'a da bu yakışır.. Efem!..) Kendini Birleşmiş Milletler Vahşi Hayatı Koruma Kuruluşu WildAid'e vakfetmiş..
"Hollywood gibi ışıltılı bir dünyayı bırakıp, Galapagos gibi, dünyanın en ırak, en ıssız yerine niye bağlandınız" dedim..
"Arkadaşlar öyle anlattılar ki, merak ettim, gittim.. Görünce de aşık oldum " dedi..