BİR de benden dinleyin o zaman..
1992'nin sonları.. O zaman Amerika'da yaşayan sevgili kardeşim Alaattin Yıldırım heyecanla telefon etti..
"Billy Hayes buralarda yaşıyormuş. Tesadüfen tanıştık. bir şeyler yapabilir miyiz?. Adam filmin baştan sona gerçeklere aykırı olduğunu söylüyor.."
Yahu yapmaz olur muyuz?.. Billy Hayes başımıza bela olan Midnight Express'in (1978) kahramanı.. Oliver Stone, onun anılarından yola çıkıp yazdığı senaryo ile Oscar aldı. Alan Parker, kendisini en iyi yönetmen adayı yapan müthiş bir film çekti. Film de Oscar adayı oldu. O zaman bu zaman hep gösterilir.. Biz de hep ağlarız.. Bre aman..
"Düş üstüne" dedim..
Düştü Alaattin.. Sonra tekrar aradı..
"Adam sefilleri oynuyor. Birkaç kuruş sıkıştırırsak eline, gelip TRT'de, tüm filmin nasıl yalan dolan olduğunu, o sahnelerin hiç birini yaşamadığını anlatacak.."
"Hemen gelsin" dedim.. "Ne istiyorsa, ben o parayı İstanbul'da toplarım.."
"Sorun sade para değil" dedi, Alaattin.. "Adam Türkiye'de hapishaneden kaçmış. Sınırdan girerken anında tutuklanır. Hem kalanı yatar, hem de kaçma suçunun cezasını.. Garanti istiyor.."
Özal hükümeti var.. O hükümetin de bugüne dek başka hiçbir kabinede benzerini görmediğim bir bakanı.. Adnan Kahveci.. Pratik çözümler üretiyor.. Cem Karaca'yı onun sayesinde getirmeyi başarmıştık, kaçak yaşadığı Almanya'dan.. Tutuklanmadan..
Gene Kahveci'ye gittim. Durumu anlattım. "Harika Hıncal Bey.. Adamı getiririz. Filmi oynatırız önce.. Türk halkı da seyreder. Ardından Hayes çıkar, gerçekleri anlatır.. Müthiş olur, müthiş.. Ben çözerim sorunları.."
Ama vakti olmadı.. O uğursuz kaza Adnan Kahveci'yi genç yaşında alıp götürünce, her şey yarıda kaldı..
Bir Kahveci daha bulamadı, ülke de.. Başbakanlar da..