Gazeteciliğe başladığım Yeni Gün'de en keyifli saatler gece onda falan başlardı. Yazıları bitirir, dizgiye yollardık. Bu iki saat boşluk demekti. Yazılar makinelerde dizilecek, mürettipler başlıkları hazırlayacak, fotoğraflar klişehaneden gelecek, bunları birleştirip sayfayı çatacağız.. Son yazı ile sayfa bağlama arasında yaklaşık iki saatimiz boş.. Dünyanın en güzel boş saati yani..
Mınga, yani tükrük köftelerini ekmek arası alır gelirdi Emrullah Efendi.. Bir büyük tekel birası ile.. Ekmeği ısırır, bira şişesini elden ele dolaştırırdık, ağzını avcumuzla silerek.. Ve dünyanın en hoş sohbeti başlardı, M. Ali Ağabeyin odasında.. Bu oda bir kapı ile bizim odaya, yani spor servisine açılırdı. Servis dediğin üç kişi.. Ağbim Öcal, Ahmet (Kışlalı), ben.. Bu üç kişinin ek görevleri de var. Ağbim birinci sayfa, Ahmet üçüncü (Dış haberler) ben beşinci (Magazin) sayfalardan sorumluyum ayrıca. Gazete zaten altı sayfa.
Beşte devamlar var, ikide de fikir yazıları..
Yani gazeteyi Kışlalı başta, dört kişi çıkarıyoruz gibi.
Biz işleri bitirdik M. Ali Ağabeyin odasına geldik. Ahmet'in bir tek sütun haberi kalmış üçüncü sayfada, başlığını atıp getirecek, o dünyanın en keyifli yemeğine katılacak.
Geldi. M. Ali Ağabey başlığa baktı. "Olmamış" dedi. Ahmet geri gitti. Gene geldi.. "Olmamış.." Bir daha.. Bir daha.. Yahu altı üstü tek sütun bir başlık. Haberi olduğu gibi çöpe atsan kimsenin haberi olmaz..
Ahmet atıyor başlığı.. M. Ali Ağabey çöpe yolluyor..
Vallahi de, tallahi de abartmıyorum.. İçerden Ahmet'in hıçkırdığını duyduk.. Ağlıyordu öfkesinden..
Cihat Bey ve M. Ali Ağabey öğretmişti ki bize, başlık gazetenin gururudur, namusudur, okunma, satılma unsurudur.
Tek sütun da olsa, rasgele, baştan savma atılmaz.. Öyle bir başlık atacaksın ki, hem haberi verecek, hem de okuru durduracak..
"Hele dur, bak burada bir ilginç haber var" dedirtecek..
Yeni Gün, Öncü döneminden iki başlığımız hâlâ hatırımdadır..
Birisi.. Ankara'da soğuk savaşın en korkunç günleri.. Rus salatası demek bile tehlike.. Bu yüzden adı menülerde Amerikan salatası olmuş, ironiye bakar mısınız?.
İstanbul'a geldiğimizde Galatasaray'da Rus sefaretinin önünden hızlı geçerdik. Durup da ordaki vitrin fotoğraflarına bakarsak fişleniriz diye..
Gazetelerin olduğu Rüzgârlı Sokak MİT ajanından geçilmiyor.. Bizim ajanı artık hepimiz tanıyoruz.. Kapının önünde boyacı kılığında.. Şakalaşıyoruz hergün girerken..
"Yüzbaşım, şu papuçlara bir cila at.."
Hafta sonu yüzbaşımla Playboy Clup'te karşılıklı kadeh kaldırırken..
Böyle bir ortamda dünya tatlısı bir dostumuz var.. Oleg İvanov .. Rus.. Tass ajansı Türkiye Muhabiri.. Söylentiler.. Aslında KGB ajanı.. Gazeteye geliyor sık sık.. Oktay (Kurtböke) fena halde komünist ya.. Oleg'le yakın dost.. Hele gece o dinlenme ve bekleme saatinde gelmişse, votkalar da açılmıyor mu?..
Bu Oleg beni Kızılay'da dolmuş beklerken görüyor. "Hadi seni bırakayım Hıncal, ben de Rüzgârlı'ya gidiyorum" diyor.. Bre aman, hem de Ankara'nın göbeği Kızılay'da komünistin arabasına binilir mi?. Görüldünmü, fişlendin.. "Yok Oleg, sağol Oleg, ben gazeteye gitmiyorum Oleg.. Falan filan.." Anlıyor, gülüyor gidiyor..
Bu Oleg bir gün elinde üç şişe votka ile gazeteye geldi..
"Kutlayacağız" dedi.. "Uzayda bir Rus var!.."
Gagarin'i yollamışlar, Sputnik'le.. Uzayda ilk defa bir insan var, köpekli, maymunlu denemelerden sonra..
O zaman haberleşme imkanı nerdeyse yok, hele Rusya ile.. Oleg tüm detayları getirmiş. Harika bir haber/ yazı (Bu ne demek diyordur bugünkü genç gazeteciler.. Haklılar. Haber yazı diye bir şey kaldı mı ki.. News Story yani, bizde..) Başlık ne olacak peki?. Oktay "Oleg başlığı birlikte getirdi, odadan içeriye 'Uzayda bir Rus var' diye girerek" diye bastırıyor. Çarpıcı bir başlık.. Güzel.. Ama o "Rus" lafı.. Ya yarın gazete kapatılırsa, başımıza işler açılırsa.. Sıkıyönetim de var üstelik..
İki saat tartıştık, sonra başlığı attık..
"Uzayda bir insan var!.."
Gagarin Rus olmadan önce insan.. O zaman bu başlık haberi de, bizi de kurtarır..
İkinci anım spordan.. Ligin son haftası.. Son maç, FenerGalatasaray ve kazanan şampiyon olacak.. Fikstür ve puan cetveli öyle getirmiş. Böyle bir son hafta futbol tarihimizde ender.. Yer yerinden oynamaya başladı, bir hafta evvelinden, pazartesiden başlayarak.. Müthiş haberler, röportajlar, fotoğraflar.. Karikatüristler bile bu maça kitlenmiş.. Beş gün kaldı.. Dört gün, üç gün, iki gün diye manşetler gün sayıyor..
Cumartesi günü tüm gazeteler "Yarın" diye çıktı..
Bizim başlığımız tekti, hepsinin içinde..
"Belki de yarına lüzum kalmayacak!.."
Çünkü o zamanlar haftada iki maç oynardı takımlar.. Galatasaray İstanbulspor, Fener de Beykoz'la oynayacaktı cumartesi günü.. Ama bu iki maç öyle küçük bir teferruattı ki, spor basınında adı bile geçmiyordu..
Cumartesi günü bütün gazeteler 24 saat kala durumu yazarken, bizim gazetedeki yorum, İstanbulspor'un Galatasaray'ı yenebileceğini anlatıyordu. O zaman tek stad olduğundan iki maç arka arkaya oynanıyordu.
Galatasaray maçı kaybederse, şampiyonluğu bir gün evvelden garanti etmek için Fener Beykoz'a karşı olağanüstü bir motivasyon ile oynayıp muhtemelen kazanacaktı.
Aynen öyle oldu. Galatasaray İstanbulspor'a kaybetti. Fener maçın başında mağlup duruma düşmesine rağmen Beykoz'u yendi bir gün evvelden şampiyon oldu. Bir haftadır yazılan çizilen FenerGalatasaray maçı bir formaliteydi artık.
O maç için İstanbul'a gelmiştik. Ankaralı gençleri kimseler tanımıyor. Tribünde tam arkamızda Necmi Ağabeyle (Tanyolaç) ve Namık Ağabey (Sevik) var. Modern Türk spor basınını kuran adamlardır bana sorarsanız.. Necmi Ağabey'in Namık Ağabey'e söyledikleri, gazetecilik hayatımın en büyük iltifatlarından biridir..
"Namık" dedi.. "Gördün mü?.. Ankaralı gençler sonucu dünden yazmışlar!.." O Ankaralı gençleri henüz tanımıyor, hemen önünde oturduklarını bilmiyordu tabii..
Bu anıları niye naklettim uzun uzun.. En çarpıcı olaylara dahi en baştan savma, en kolay akla gelen başlıkları atmaya alışmış medyamızda son günlerde bir değişiklik var.. Çarpıcı işler yapılıyor..
İzmir yerel gazetesi Haber Ekspres'in
"Bayramda ölüm bekliyorlar" manşetini yazdım geçen gün.. Korkunç, dehşet verici, ama muhteşem bir manşetti..
Bayramda yolların gene cehenneme döneceğini ve bu cehennemin organ bekleyen yığınla hastayı hayata döndüreceğini, ölümden hayat doğacağını üç kelime ile ifade etmek, müthiş, çok müthiş bir gazetecilik olayıydı..
Orhan Pamuk haberinde de Hürriyet ve Sabah ötekilerden ayrıldılar..
Bir gün evvel öğleden itibaren Orhan Pamuk'un Nobel aldığını bütün ülke biliyordu. Gece yarısına kadar tüm televizyonlar bu haberi vermişti.. Ertesi sabahı merakla bekledim. Kim haberin önüne geçecek, kim başlığı ile fark yaratacak diye..
Hürriyet "Nobel bir Türkün" demişti.. Orhan Pamuk ödül alır almaz büyük bir tartışmanın başlayacağı biliniyordu.. Hürriyet haberi geçiyor, ardından gelen tartışmaya yorumunu koyuyordu, manşetiyle..
"Nobel bir Türk'ün.." Tartışmanın hâlâ bu noktada kilitlendiğine bakarsanız, Hürriyet'in başlığının anlamı, güzelliği ve ön alması ortaya çıkar..
Sabah'ın başlığı ise bana hem de nasıl gurur verdi.
Sabah haberin bir adım ötesine geçmiş, ötekilerin hiçbirinde olmayan bir gazetecilik olayını manşete taşımıştı..
"İlk kızımı aradım."
Haberi millet bir gün evvel almıştı. Onu tekrarlamanın alemi yoktu.. Ondan sonra ne olmuştu?. Sabah işte bunu yapmış, herkes haberi verirken, o haberin gerisini getirmişti.. En duygusal, en insancıl, en haberci manşetti bizimkisi..
Başarı "Fark yaratmak"tan geçiyor, dostlar.. Başarının adı fark yaratmak meslekdaşlarım..
Fark yaratmak ise, yetenek ister, yürek ister, beyin ister. Hepsinden önemlisi "İstemek" ister.. "Ben fark yaratacağım" diyeceksiniz önünüze gelen her haberde, başlıkta, fotoğrafta, her gazetecilik işinde. Çünkü herkesin, tüm gazetelerin önüne geliyor zaten.. Niye siz tercih edile, niye siz okunasınız?.. Farklı olduğunuz için.. Sıradan, sürüden ayrıldığınız için..
Sabah bütün gazeteler önünüze geldiğinde yaptığınız haberi, çektiğiniz fotoğrafı, attığınız başlığı, hazırladığınız sayfayı, gazeteyi, ötekilerle karşılaştırıp "Benimki farklı" diyebiliyor, bu zevki, bu keyfi, bu heyecanı, bu coşkuyu yaşayabiliyor musunuz?. İşte gazetecisiniz şimdi..
İşte gazetecilik bu.. Fark yaratma sanatı!..