Geçen hafta kızlarımızın başarısını izlerken, oyunu kuralına göre oynayıp yıllar öncesinden Avrupa'da başlayan Amerikalı oyuncuları milli takımda oynatma furyasına biz de ayak uydurmalı mıydık acaba? diye düşünmekten kendimi alamadım. Rahmetli Osman Solakoğlu "Ben takımı karartmam" derken tüm Avrupa takımlarında beyazlar giderek azınlığa düştü.
Geçmiş günler. Ron Haigler ve Dawkins gibilere ayyıldızı giydirsek dünya genel klasmanında yerimiz mutlaka çok farklı olurdu. Hele Doğu Bloku'nun çatırdadığı yıllarda zirve yapardı basketbolümüz. Ama bu başarı Türk Milli Takımı'nın mı, yoksa Türkiye'nin milli takımının mı olur, ikileminde geçirdik yılları.. To be or not to be (olmak ya da olmamak).. İşte bütün mesele burda..
Filenin sultanlarının ayak izlerinden giderek Akdeniz Oyunları süper madalyasını üstün başarıyla kaptı bayan basketbol milli takımımız. İsteyince, işin gereğini yapınca, hedef turnuvayı doğru saptayınca oluyormuş demek. Kızlarımız, koçları Cem Akdağ ve menajerleri Mihriban Oğuz, yıllara uzayan emeklerinin meyvesini ufak bir Korel Engin (Corey Enghusen) devşirme dokunuşuyla aldılar ve yılların hayallerini altına dönüştürdüler.
60 gün sonra ülkemizde oynanacak Avrupa Şampiyonası öncesi kızlar, her akıl ehlinin yapması gerekeni yapıp, İspanya'ya en iyi kadrolarıyla gidip, altını alıp moral depoladılar.. 12 Dev Adam ise tam tersi alelacaip bir kadroyla (takım ne genç, ne ümit idi ve esas takımdan sadece 4 oyuncu vardı) gidince nasihat bile alamadı... Kızlarımız iki buçuk yıldır çok akıllı bir program dahilinde hazırlanırken 12 Dev Adam'ı yönetenlerin gafletini anlamak mümkün değil.
Tanyeviç'in bu rahat turnuvaya, gereken takım kompozisyonunu kurmadan giderek madalyasız dönmesiyle, Yanal'ın görevden alınmasına yol açan, gitmekten imtina etmesi, eşit ağırlıklı suçtur. Tanyeviç hem esas oğlanlardan oluşan takımın bir arada nasıl oynadığını görme şansını, hem de bir madalya fırsatını kaçırttı. Tam takımdan geçtim mesela bir Hidayet'i eklese altın madalya işten değildi. Umursamazlığa bakın sanki hep Akdeniz Oyunları şampiyonu oluruz da bunu pas geçiyoruz.
Hoca ya azımsadı Akdeniz Oyunları'nı ya da burnu madalya kokusu almıyor. İkisi de kötü bence. En kötü ihtimal de: Esas oğlanları Akdeniz Oyunları'na gitmeye ikna edemediler, kendilerini ezdirmektense gençleri deniyoruz abukluğunu seçtiler. NBA'de ısınamadığı koçu kovduran Hido'ya 'Askere gitme İspanya'ya gel' demek maça ister tabii. Avrupa Şampiyonası'nı da umursadığına dair bir görüntü de yok henüz ortada. 12 Dev Adam yazı düğünlerle derneklerle geçiriyor. Eylülde büyük sınav var. Tempus fugit (sayılı günler çabuk geçer). 2010 filan anlamam ben 2005 Avrupa Basketbol Şampiyonası'nda, şarap gibi olgunlaşmış, bu rüya takım ne yapacak, onu görelim ve artık hedef nedir bir yetkili ağızdan duyalım.
Tanyeviç'e fazla ve acımasız yüklenim yaparak bağcıyı dövmeyi üzüm yemeye tercih ettiğimi dip notlayan Hıncal ağabeye, köşesinden kovulma pahasına, ithaf birkaç notla bitirelim.
Şarabın güzelini içebilmek için üzümleri bağ bozumunda dövüp, ezip, suyunu çıkarırlar. Ha keza, biftek dövülerek inceltilir. Ahtapot taşa vura vura yenecek kıvama getirilir.
ve de kızını dövmeyen dizini döver.
ozuak@hotmail.com
Hıncal'ın notu: Sevgili Ünal, tavsiyene uyarsam, seni fena halde dövmem gerekecek. Çünkü başka türlü kıvama geleceğin yok. Tanyeviç'i dövme takıntılarını bırak da, şu üzümü bir önümüze koy artık. Ben doğru olanın senin önerin değil, Tanyeviç'in yaptığı olduğuna inanmakta devam ediyorum, yarım asırlık bir spor yazarı olarak. Sen milli takım yöneticiliğinden kalma taktik ve heveslerinle göz boyacı olmayı tercih ediyorsun. Farkımız burdan geliyor.