"Ben doktorum, bu gece bizim bayramımız, ama ben buraya gelmeyi tercih ettim" dedi, Muhsin Ertuğrul Tiyatrosu'ndan duygulara boğulmuş ayrılırken, yanıma yaklaşan bir seyirci..
Haldun Taner'in 90'ıncı doğum gününü kutlamaya gelmiştik oraya.. Tabii Taner devrini yaşamış eski tiyatrocular, edebiyatçılar, dostlar oradaydı, ama beni en çok salonun arka sıralarını dolduran gençler mutlu etti. Haldun Bey öldüğünde daha doğmamış olan gençler..
Ali Sirmen dışında gazeteci de görmedim. Yadırgamadım da.. Babı Ali, tiyatroyu yok sayıyor, bunu hep biliyoruz..
Ama üzüldüğüm gazetecilerin yokluğu değildi..
Metin ile Zeki yoktu.. Adları Haldun Taner, adları Devekuşu Kabare ile özdeşleşen Zeki ile Metin.. Haldun Bey'in iki öz evladı, o gece orada değillerdi.. İki telefon, üç soru ile öğrenirdim sebebini.. Öğrenmek istemedim.. Öğrensem kusardım belki ondan..
Gelmediler mi, gelmeleri mi istenmedi, bilmem.. Bilmek de istemiyorum, ama çok ayıpladım çok..
Gece olağanüstüydü, gece harikaydı.. Cüneyt Türel ne güzel okudu, yaşamını, sansürle savaşının altını çizerek..
Genco nasıl muhteşemdi, Konçinalar'ı okurken.. Bir öykü böyle mi güzel okunur Genco.. Yanımda Ünal bir başka duyguluydu. Rivayet ederler ki öyküdeki Kupa Kızı, Ünal'ın annesiydi..
Gülriz ve Zeliha.. Keşanlı Ali'nin iki müthiş Zilha rakibesi.. Ne kadar duyguluydular anılarını anlatırken, ne kadar coşkuluydular, şarkılarını okurken..
Ve Ferhan, hüngür hüngür ağlarken, bizi de ağlattı..
Ve de Savaş.. Haldun Taner'in imzası gibi olan o muhteşem Fasulyeciyan Tiradını, Münir gibi okudu adeta.. "Perde" dediğinde, hepimiz artık taşıyamaz olduğumuz duyguların altında ezilmiş, çökmüştük!..