Ben merdivenleri çıkarken, Sinan Çetin iniyordu.. Bağırdı bana uzaktan.. "Terminal'i gör.. Terminal'i mutlak gör.. Müthiş bir film.."
Terminal değil, başka bir film vardı kafamda.. Gene yorgundum, gene kafamın dinlenmeye ihtiyacı vardı.. Gene boş ve hoş bir film arıyordum o gün..
Terminal'i kaç haftadır erteliyordum zaten.. İçimden bir ses, duygu yüklü, harika bir film izleyeceğimi haber veriyordu durmadan.. Ben de "Bu filmi, havam tam yerindeyken izleyeyim" diyordum..
Nihayet Pazar akşamı "Gidiyoruz" dedim.. Kazım Baba, Ünal yola çıktık..
Film başladı.. Bizi avcunun içine aldı, götürdü.. Götürdü.. Bıraktığında üçümüz de mesttik..
Bre Steven Spilberg.. Film böyle mi yapılır?..
Bre Tom Hanks.. Böyle mi oynanır?..
Ünal "Catherine Zeta- Jones bile kendini aşmış" dedi.. Steven Spilberg kolay olunmuyor.. Filmdeki herkesi harika oynatıyor.. Yerleri cilalayan Hintli.. Yemek servislerini yapan İspanyol.. Tom Hanks'in terminalden çıkıp New York'a gidiş dilekçesini hergün reddeden pasaport görevlisi kadın.. Özellikle de, Terminal müdürünü oynayan Stanley Tucci..
Konuyu artık herkes biliyordur sanırım.
Hayali bir Demirperde ülkesinin vatandaşı Tom Hanks, pasaport ve vizelerinin aninden iptali ile, New York John F. Kennedy Hava Alanı'nın (JFK) transit salonunda yaşamaya mecbur kalır.. Üç beş kelimeden oluşan ingilizcesi ve hiç kimsenin anlamadığı Rusçası ile..
Bu arada, alana gelip giden hostes Catherine Zeta-Jones ile de tanışır..
Film harika bir komedi.. Zaman zaman kahkahalar sinema salonunu çınlattı..
Film müthiş bir dram.. Gözyaşları ve hıçkırıkları tutmak da kolay olmadı..
Vatanseverlik.. Dostluk.. Arkadaşlık.. Vefa.. Verilen sözlerin önemi.. Aşk.. Sevgi..
Nasıl sımsıcak bir yumak oluyor etrafınızda.. Nasıl sımsıcak duyguların içine düşüyorsunuz.. Nasıl ısınıyor içiniz.. Nasıl bir mutluluk hissi sarıyor sizi..
Filmde, bu upuzun filmde bir tek öpüşme sahnesi var..
Hülya Avşar'ın sırf bu sahne için bu filmi görmesini isterim.. "Ben öpüşmem, ben sevişmem.. Aşk filmi bunlarsız da yapılır" der ya durmadan.. Gitsin ve o tek öpüşme sahnesini çıkarsın bakalım filmden, çıkarabilirse..
"Bu sahnede bitsin film ne olur" diye içimden yalvardım resmen.. Bitmeyeceğini bile bile.. Bitse yazık olurdu çünkü..
Fazla bir şey yazmak istemiyorum.. Zaten ne yazsam eksik kalacağını da hissediyorum.. En iyisi gidin görün.. İki eliniz kanda olsa gidip görün.. Böyle filmler ömür boyu birkaç defa seyredilir çünkü..
Filmden bürokrasimizin de çıkaracağı bir ders var.. Uluslararası bir havaalanı nasıl yönetilir görüyorsunuz..
Alanda bir "Otorite" var.. Herkes ve herşey ona bağlı.. Başkentten gelen vize izinlerini geri çevirme yetkisine dahi sahip.. Kapılar, gümrükler, polisler, temizlikçiler, yemekçiler, aklınıza ne ve kim gelirse, alandaki herşeye hükmediyor. Transit salonundaki özel dükkanlara bile..
Bu yüzden en basit sorunların çözümü için on imza, yirmi adamı arayıp bulma gerekmiyor. Herşey en hızlı şekilde sonuca ulaşıyor..
..Ve bu adamın yapmadığı bir tek şey var..
Alana gelen ünlü kişileri, politikacıları, karşılamak ve uğurlamak onun işi değil..
Bir ambülans çağırmak için 17 imza gerektiren, güya alanın lideri durumundaki vali yardımcısına VİP Salonunda teşrifatçılık yaptıran Yeşilköy'le JFK'i karşılaştırınca, Amerika'nın niye Amerika, Türkiye'nin niye Türkiye olduğunu da anlıyorsunuz.
Biz yerel birimlere yetki vermeye korkuyoruz!..
Mesele bu!..