Bu Adres'i unutmayın sakın.. Bir yere kaydedin.. Yolunuz Urla yörelerine düşerse bu yaz, mutlak, ama mutlak gidin.. Tamam mı?..
Değil.. Adres de, hangi adres.. Adı üstünde.. Adres'i yazdık.. Bir defa büyük harfle.. Eki de ' işareti ile ayırdık. Da Vinci'nin şifresi meraklıları çözdüler bile.. Adres yok.. Çünkü Adres, yerin adı..
Urla'ya gidin, Adres'i sorun.. Herkes gösterir..
Çeşme tatilimi anlatmaya geldi sıra nihayet.. Daha da sırada Gelibolu var..
Çeşmeye sıra geldi de, işe lokanta ile mi başladık.. Yahu demezler mi, "Yediğin içtiğin senin olsun. Bana gördüklerini anlat" diye.. O zaman yandınız.. Çünkü bu yazı boyu size hep, yiyip içtiklerimi anlatacağım..
Dört günde nerdeyse bin kilometre yol yaptık.. "Eeee.. Tamam işte.. Kim bilir neler görmüşsündür.."
Yanıldınız.. Bütün bu kilometreler Boğaz Harbi için yapıldı..
Sabah kalk, 10 kilometre kahvaltı için git.. Oradan yola.. 150 kilometre.. Öğle yemeği.. Dön, yola düş, 50 kilometre akşam yemeği.. Hani eski Romalıların Yeme orcileri vardır.. Yatağa uzanırlar.. Yanlarına sofralar kurulur.. Mini etekli huriler ağızlarına üzüm uzatırlar, şarap dökerler.. Sabaha kadar, kusana kadar, hatta ara ara parmak sokup bu işi yaparak ha babam, de babam yerler ya.. Onun moderni..
Efendim, İzmir'e telefon edip Sami Turkay'a ve Öcal Ağbime "Dört gün için geliyorum, program size ait" deme gafletinde bulundum ya.. Oturup kafa kafaya vermişler.. Bir program, sadece yemek var.. Aradaki zaman da, yemek yenecek yere gitmeye ancak yetiyor..
Ama yukarda Allah var.. Öyle güzel seçimler yapmışlar ki.. Yanımızdan ayrılmayan Korcan, kamerasını kullansa ortaya bir La Grande Bouffe / Büyük Tıkınma filmi çıkar.. Hani dört arkadaş, ölesiye yemek, hayır, ölene kadar yemek üzere bir şatoya kapanırlar ya.. Biz de Alaçatı'ya yazıldık sanki..
Lafa en unutulmazı, en güzelinden başlamak istedim..
Kaç yıl geçti aradan, bilmiyorum, ama ağzımdaki tadı hala biliyorum.. Dünyayı gezen Hıncal'ın hayatında yediği en güzel et, Bilbao'da idi.. Orada ki kuzu fırın.. Yani siz ısmarlayınca fırına bütün bütün atılıp kızartılan kuzu.. Öndeki muhteşem pirzolalar yüzünden, masadaki sekiz kişiden yedisi, kuzunun dörtte birini ancak yemiştik de kalan dörtte üçü Orhan tek başına bitirince Ertekin sabaha kadar başında nöbet tutmuştu.. "Bu adam ölecek" diye..
"Hayatta yediğim en güzel et" diye yazmıştım.. "1 numara o.. 2 boş.. Üç boş.."
Şimdi 2 numara doldu.. Adres.. Ağabeyim "Bu gece mangal" deyince, biraz da homurdanarak Urla yollarına düştük, üçüncü gece.. Zaten içimiz dışımız tıklım tıklım.. Mangalın özelliği ne ki, onca yolu git.. Bir de dön..
Meğer mangal başka mangalmış..
Gittik ki, deniz kenarında, dalgalar hafif hafif vururken sahile, girişte bir kuzu dönüyor.. Kuzu dediysem, dev anası.. Koyundan büyük.. İçeride pek kimse yok.. Koca kuzu bizim için dönüyorsa yazık.. Kalan ne olacak peki..
Kuzu dönüyor tamam da..
Hani mangaldı peki.. Patlama.. Önlükler, arkalıklar.. Herşey güzel de, hala mangal yok.. Sonunda geldi.. O ateşte dönen kuzu var ya.. Onun etini kuş parmağı kadar kesmişler.. Dilim dilim.. Bir saçın üzerine koymuşlar. Saçı da bir mini mangalın üzerine oturtmuşlar.. Önünüze mangalla geliyor.. Yani hep sıcak duruyor.. Yani isterseniz, istediğiniz kadar önünüzde pişiyor..
Bir dilim aldım, ağzıma attım.. Böyle şey olmaz.. Böyle şey gerçekten olmaz.. Domuz gibi yedik.. Iksırınca, tıksırınca, patlayınca, çatlayıncaya kadar yedik.. Ağbim durmadan işaret ediyor.. Yeni bir mangal.. Orhan da yok masada.. Allahtan Mesut ile Ercan var.. Mide değil işkembe taşıyanlar.. Doymak yok. Ne konursa yiyorlar.. Masanın öbür ucundalar.. "Bu mangalı al, öte uca koy" dedim, garsona.. Yanımdan ince bir çığlık.. "Ne?.. Hepsi mi gidiyor.." diyen Günce kız, neresinden baksan 50 kiloyu geçmez. Önümüze konan dördüncü, ya da beşinci porsiyon..
Çıkarken baktık.. O koca kuzu bitmiş.. Anladınız mı Adres'i.. İstikamet.. İlk fırsatta Urla.. Adres de Adres!..
Yaşa sen Öcal Ağbi..