"Peki ama o kız ne oldu?"
Bir hafta boyu, bildik bilmedik beni gören pek çok kişi bu soruyu sordu bana..
"Ne oldu Ortadoğulu?"
Okuyucu galiba bizi zorla romancı yapacak.. Üniversite yıllarımızda başımızdan geçen bir olayı anlatmıştık, geçen cumartesi günü.. Benimle sinemaya gelmek için, Ortadoğu final sınavında, kağıdı boş verip, randevusuna koşan kız arkadaşımı.. Diyordum ki, bugünün gençlerine...
Birisi hakkındaki duygularınızı tartamıyor musunuz ya da birisinin sizin hakkınızdaki hislerini ölçemiyor musunuz, o zaman işte size şaşmaz bir tartı.. Öncelik sırası..
Bakın bakalım, onun hayatındaki öncelikler listesinde kaçıncı sıradasınız.. Ya da o sizin öncelikler sıranızda, kimlerin ve nelerin ardından geliyor? Berberi ile randevusu var diye, özür diliyorsa ya da siz, onun buluşma isteğini "Galatasaray'ın maçı var" diye geri çevirebiliyorsanız, bilin ki "Sen benim herşeyimsin" sözü gerçek değildir. Anlatmak istediğimiz şeyi anlayan, dinleyen kaç kişi oldu bilmem, ama dedim ya, Ortadoğulu kızı merak eden çok oldu..
"Niye evlenmedin onunla Hıncal Ağabey" dedi, bir dost hatta.
Evlenmeyi düşündük.. Hiç unutmam.. ODTÜ kantininde oturuyoruz bir gün.. "Çok çok çocuğumuz olsun" dedi. "On bir tane..."
Futbol takımı kurmak istiyordu herhalde.. Bana, "Bana herşeyi yapabilirsin Hıncal" demişti. "Ama bir tek şeyi yapma.. O zaman affetmem.. Beni aldatma.." Ben de şöyle demiştim..
"Benim de hayat boyu affetmeyeceğim bir şey var. Sen de onu yapma sakın.. Gazeteciyim, popüler bir yaşantım var. Etrafımda bir yığın insan görünecektir. Dolayısı ile bir yığın da dedikodu.. Sana söylenenlere inanma.. Bu konuda inanman gereken tek kişi benim. Bana inanmadığını görürsem, her şey biter.."
Korktuğum başıma geldi... Çok yakınındaki insanlar, kim bilir hangi kompleksle gidip, "Hıncal falanca ile geziyor" demişler.. Bana sormadı bile.. Kayboldu ortadan. Ortak arkadaşımızdan öğrendim, kayboluşun sebebini..
Bana inanmayanı, bırakın inanmayı, sorma gereği dahi duymayanı, ben de aramadım, açıkçası... İki ay sonra, sömestrde memleketine gitmiş. Bir telgraf.. "Şu tarihte geliyorum, beni istasyondan al.." Gittim, aldım. Oturduk bir yerde.. Havasına baktım. Hâlâ kendisini aldattığımı düşünüyor, hâlâ şüphe ediyor, ama benden vazgeçemiyor. Bu yüzden affediyor beni.. "Anladım ki, erkekler bazı şeyleri yaparlar, doğal karşılamam gerek" diyor. Gecenin bir vakti. Yurda bıraktım onu.. Sonra sabaha kadar düşündüm.
Şüphe üzerine sevgi, şüphe üzerine aşk, şüphe üzerine yuva kurulur mu diye.
Hayatım, bana değil, başkalarına inanan birini ikna etmekle geçecek.
Hayır.. Sevgi çok, ama çok kutsal bir şey. Şüphe ile sevgi bir arada asla gitmez. Giderse şüphe, sevgiyi dejenere eder, eninde sonunda.
Sevgiye, ona ve kendime olan saygım, kararımı vermemi kolaylaştırdı. Başkalarının lafına inanıp, benden şüphe edecek biri ile ömür boyu birliktelik olur muydu ki?
Şüphenin incelttiği bağı kopardım.. Aradan yıllar geçti. Evlendiğini duydum. Bir gün Kızılay'da rastlaştık.. Bir bebek arabası itiyordu. Selamlaştık.. "Bak Hıncal, bu bebeğim" dedi.. Dünya tatlısı bir bebek, gülücükler dağıtıyordu arabada. Önce bebeğe baktım uzun uzun.. Sonra başımı kaldırdım.. Gözlerinin içine baktım.. Sustuk.. Biraz bakışlarımız konuşurken.. Bana mı öyle geldi bilmem.. Sanki şöyle demek istiyorduk aynı anda birbirimize..
"Bu bebek, bizim bebeğimiz olabilirdi!"
Bu, onu son görüşüm oldu...