Ankaralı Serpil Gogen, İstanbul yazarı oldu çıktı.. Gene İstanbul'da idi.. Ve iki sergiyi gördü ve yazdı..
"Bu sergileri kaçırırsanız yazık" diye anlattı. Ama yüzündeki ifadeye bakarsanız, aslında "Yazıklar olsun" demek ister gibiydi.
İstanbul'un sergilerini bu ülkede Ankara'da yaşayanlar yazıyorsa, bu ayıp kime bilmem.. Serpil'i okuyun ve bu sergileri görme planını yapın..
***
Levni Abdülcelil Çelebi ve Jean-Baptiste Vanmour.. Biri ünlü Türk bir minyatür sanatçısı, diğeri ünlü bir Fransız ressam..
Ayni dönemde İstanbul'da yaşamışlar, Osmanlı tarihinin en renkli dönemlerinden birine, Lale Devri'ne tanıklık etmiş, eserlerine aktarmışlar.. Biri narin, naif, kırılgan, adeta şeffaf minyatürler yapmış.. Diğeri, tarihi belge niteliğinde bire bir tablolar..
Şimdi, üç yüzyıl sonra 15 Nisan'a kadar yeniden Topkapı Sarayı'ndalar.. Eserleri ayni mekanda yan yana sergileniyor..
Mutlaka gidin.. Ama salona girdiğinizde, yön gösteren oku izlemeden önce iki adım daha atıp salonun ortasına kadar yürüyün, sonra sola dönüp karşı duvara bakın.. Solda Vanmour'un, sağda Levni'nin ***.Ahmet'i var.. Ayni kişi, ayni sarık, ayni sorguç, ayni kılıç.. Ama iki ayrı perspektif, iki bambaşka yapıt, teknik, gelenek.. Sergi özetle bu! Her ikisi de İstanbul'u, Osmanlılar'ı, Saray'ı, Harem'i, sakinlerini, Osmanlı topraklarındaki yabancıları, eğlenceleri çizmişler.. Karşılaştırmak müthiş keyifli.. Levni'nin sanatının, minyatürün doğası bu.. Tüm ayrıntıyı aktarmak.. Vanmour'a ise şaşmamak elde değil.. Ayni ayrıntıları o da yakalamış.. Tamamen yabancı bir kültürü böylesine gözlemleyebilmiş.. Hele bir sema ayinini konu alan tabloda, isyancıyı fotoğraflayan gizli ajan edasıyla, kimliğini bilerek ya da bilmeyerek çizdiği Patrona Halil gerçek bir tarihi belge.. Ve de inanılır gibi değil!..
Ayrıca, sergide yer yer, eserlerdeki aksesuvarların benzerleri vitrinler içinde sunuluyor..
İnsan Topkapı Sarayı'na gider de Hazine Dairesi'ne uğramadan çıkar mı? Çıkmaz.. Ama ya ben Hazine'nin sergilendiği bölümleri gezerken mevsim yazdı, hava aydınlıktı, şimdi kış..
Ya da restorasyonu yapan Gilan'cılar oralardan elini eteğini çekince pavyona bir karanlık çökmüş. Vitrin aydınlatmaları yetersiz.. Hazinenin ışıltısı ve görkemi kaybolmuş.. Açıklamaları okumak kuyruğa tabi! O karanlıkta, o ufacık sayfayı okumak için panonun önüne yapışıyorsunuz..
Arkanızdakilerin hali acıklı! Zaten kimse beklemiyor, okumadan, gördükleri kadarıyla turu tamamlıyorlar.. Yazık!
Serginin enfes bir kitabı var, saraydan çıkarken onu da alın, hemen iki adım ötedeki dünyanın en güzel otellerinden birinin çay salonuna, Four Seasons'a girin.. Çayınızı ve sıcak çikolatalı kekinizi söyleyip arkanıza dayanın.. Önce salonun güzelliğini içinize sindirin..
Sonra kitabınızı açın..
Ne mutluluk!
***
İkinci sergi Emirgan, Atlı Köşk'te, Sakıp Sabancı Müzesi'nde.. Köşk'ü ilk kez yıllar önce Sakıp Bey'le Fortune dergisi için bir söyleşi yaparken görmüştüm.. Keyifli ve inanılmaz bir yaşam sevinciyle müthiş kolleksiyonlarını göstermişti..
Şimdi kolleksiyonlar ve köşk müze olarak halka açılmış.. Yanda ek bir bina daha yapılmış.. Floransa'dan gelen Osmanlı kolleksiyonu 21 Mart'a kadar burada sergileniyor.. "Medici'lerden Savoy'lara Floransa Saraylarında Osmanlı Görkemi"adı altında.. 14-19. yüzyılları kapsayan 120 parça eser.. Halı, tablo, çini, silah, kumaş ve metal eşyalar.. Özellikle bazı halıların yüzyıllar boyunca nasıl bu kadar iyi saklanabildiğine inanamadım.. Sergi kapsamında Rönesans, Floransa, Osmanlı ve sanatı konu alan kısa bir dia gösterisi var.. Mutlaka izleyin. Sonra köşkü gezin.. Kış bahçesinde kahvenizi için..
Serginin o güzel kitabını alın.. Boğaz'ın güzelliğini seyrederek bahçeyi dolaşın..
Peki ama atların nazar boncukları nerede?