Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HINCAL'IN YERİ HINCAL ULUÇ

Sonunda taksiler de bozuldu..

Londra'da en çok taksileri sevdiğimi eski okurlarım bilirler.. Kaç kez yazdım.. Bir oda gibi dizayn edilmiştir, İngiliz taksi arabaları.. İki büklüm olmadan iner binersiniz. İtiş tıkış değil, dört kişi dört ayrı koltukta karşılıklı oturursunuz.. Dünya tatlısı tonton bir de şöför vardır.. Gideceğiniz adresi söylersiniz. Oraya giden bütün yolları bilir. Biri tıkalı ise, ötekileri dener. Binerken "Merhaba" der, inerken teşekkürlerle uğurlar.. dı.. Tüm bu cümlelerin arkasına bir "..dı" koymak gerek.. Londra bozuluyor.. Kentin akla sığmaz pisliğini, en ünlü caddesi Oxford'un nasıl bir genel küllük haline geldiğini anlatmıştım yıllar önce.. Bu defa baktım taksiler de bozulmuş.. İmparatorluğun yüzyıllar boyu sömürdüğü ülkelerden İngiliz pasaportu ile gelen Asyalılar'ın intikamı diyorlar buna.. New York gibi, Londra'da da taksiler bu Asyalı mafyanın eline geçiyor birer birer. Eski tontonlar, İngiliz centilmenleri yok.. Kibarlık sona ermiş. Direksiyonda sizi dövmeye hazır gibi görünen biri var. En kötüsü artık yol bilmiyorlar.. Bindiğim dört taksiden üçü verdiğim adresi bilmiyordu. Pirelli cidden harika bir program yapmış.. Uçaktan indik.. Beni Hüseyin karşıladı. Kafileden ayrılıp bir saat Özer'e uğradık. Yorgunluk kahvesi içmek için.. Otele geldim. Akşam altı.. Odam hazır değil.. Bre aman, otellerde odalar bilemedin birde falan boşalır.. Özürler, mözürler.. Kızdım tabii.. Uçak yorgunluğu.. Bir saat ayaklarımı uzatmam gerek. Çünkü gece dolu.. Neyse "Buyrun" dediler 10 dakika sonra.. Çıktım.. Ne odası.. Bir kral dairesi vermişler, gecikmeyi affettirmek için... İngiliz usulü özür dileme böyle oluyor demek. Masada kocaman bir meyve sepeti ve Fransız şarabı.. Yanında Otel Genel Meneceri'nin el yazısı ile bir not: "Sizi üzdüğümüz için özür dileriz.." Carlton Tower'ı hem de nasıl affettim tabii.. Cole Porter'in en ünlü müzikallerinden, müzikaller çağının klasiklerinden Anything Goes'da yerlerimiz ayrılmış..

Royal Drury Lane Tiyatrosu'nda muhteşem bir gece..
Nasıl güzeldi.. Nasıl hoşuma gitti.. Bu yüzden oyunu birinci perdenin sonunda terkedip, karşıdaki barda bizi beklemeye giden meslektaşlarımın adlarını yazmayacağım.. Ben de onları bağışlıyorum. Çıktık.. Yağmur çiseliyor. Tiyatro çıkışı, hele yağmur da varsa, taksi bulmak dünyanın en zor işi.. Önceden telefonla sipariş vermek gerek. Yapmamışız. Biraz ıslandık. Aklıma geldi. Covent Garden Sofra hemen orada.. Sığındık, telefonla taksi çağırdık.. Hakkasan'a gidiyoruz.. Hakkasan Londra'nın son zamanlarda en trendi yeri.. Herkesin ağzında.. Yer bulmak mümkün değilmiş..

Çin Lokantasıymış.. Sahibi İtalyan'- mış.. Eşi, ya da sevgilisi Türk'müş.. Falan filan.. Bindik taksiye.. Asyalı, kirli sakallı bir delikanlı.. "Hakkasan" dedik.. Suratından belli.. Hayatında ilk defa duyuyor. Adresi verdim, yanında oturuyorum ya.. Onu da ilk defa duyuyor.. Bre aman, bu nasıl Londra şöförü.. Arabasında artık o çok yaygın navigatör aleti de yok.. Yani minik bir bilgisayar ekranı. Üzerinde kent planı. Olduğunuz yeri yazıyorsunuz, bir de gideceğiniz yeri. Alet sizi kent planı üzerinde sokak sokak götürüyor. Telsizle merkezi buldu bizim şöför. Adresi verdi. Bu defa radyolu bir bilgisayar devreye girdi. Sesli emirler veriyor.. 100 yard ilerden sola dön.. İlerle.. Sağa yanaş.. 50 yard sonra sağa dön.. Dön dedim dönmedin.. Yanlış yoldasın.. Mümkün olan ilk yerde U dönüşü yap.

Sonra 900 yard sonra sola döneceksin.." Bizim şöför oralı değil. Hatırladı galiba.. Ama onun gittiği yolun sonu barikatlarla kesildi. Bush geliyor, önlem diye Londra'nın canına okunmuş. Bir yığın yol kesik.. Sonunda gene radyoya döndük ve nerdeyse bir saat dolandıktan sonra şöför bizi bir yerde indirdi.. "Şurdan yürüyün" diye.. Yollar kapalıymış burada.. Çaresiz indik.. Git Allah git.. Vardık ki, kapının önü araba dolu.. Bunca zaman kaybetmenin neye mal olduğunu da içerde anladık. "Saat 23.00" dedi şef.. "Bu saatte mutfak kapanır. Ne kaldı ise önünüze koyarız. Ortadan yersiniz.." Londra'nın en trendi, en pahalı lokantası ve biz ortaya ne konursa oradan yiyeceğiz artık.. Bakın.. Yemekler felaketti.. Lokanta daha da felaket.. Ben bu kadar kötü yeri çok az gördüm.. Bir hapishanenin yemekhanesi gibi.. Her yan parmaklık. Ortada tahta masalar uzun uzun.. Herkes ayni masanın etrafına çöküyor.. Örtü, peçete falan yok.. Tam dingonun ahırı.. Yetmezmiş gibi, bir de 110 desibel disko müziği.. Yahu bu nasıl Çin..

Hayatımın en felaket yemeğiydi..
Yaşadığım sürece unutmam.. Ertesi gün öğle yemeği için bir İtalyan lokantasına gidiliyordu. Kulağıma çalındı ki, Hakkasan'ın patronlarınınmış burası da.. "Aman ha.." dedim.. "Aman ha.." Ayrıldım kafileden.. Bindim bir taksiye.. Geldim Özer'e.. Keyfim de nasıl geri geldi.. Bu Londra gezisi hikayeleri de burada bitti.. Teşekkürler Atilla.. Teşekkürler Melda, derken Pirellicilere, aklıma son bir not geldi.. Hani dünyanın en ünlü kadınlarının seks fantezilerini fotoğraflamış, sonra da bilgisayarla karıştırıp, eritip anlaşılmaz hale getirmişti ya, meşhur fotoğrafçı Nick Knight.. Atilla'ya dedim ki, takvimi gösterip... "Bak sayfaların arkası boş.. Buralara, bilgisayarda bozulmamış orijinal fotoğrafları bassalardı da, millet nereden nereye gelinmiş görseydi olmaz mıydı?.." Güldü Atilla.. "O zaman takvimin esas tarafını asan çıkar mıydı sence?.."

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA