Mısır'da yaşanan katliam ülkeyi gittikçe iç savaş dinamiklerine doğru sürüklüyor. Bu katliam ve trajedi karşısında İslam dünyası doğal olarak öfkesini bir kez daha Batı'ya ve de özellikle Washington'a çevirmiş durumda. Ancak yaşananlara tepki sadece İslam dünyasından gelmiyor. Washington Post ve New York Times gibi en saygın Amerikan gazeteleri de Obama yönetimine katliamda suç ortaklığı atfetmeye başladılar. Katliam CNN ve BBC gibi yayın organlarında günlerdir en ön planda. Batı'daki belli başlı TV kanalları ve saygın gazetelerde yapılan yorumların çoğu Batı'nın pasifliğini eleştiriyor. Mısır'daki katliama Gezi olaylarıyla kıyaslanmayacak oranda küresel tepki, ilgi ve öfke var. Gezi ve Mısır kıyaslaması yapanların bu konuda artık mağduriyet söyleminden kurtulup daha dürüst ve objektif değerlendirmeler yapması gerekiyor.
Batı'nın medyasından çok, izlediği politikayı eleştirmek gerekiyor. Ancak bu tepkinin bile haklı olduğu kadar eksik olduğunu kabul etmek gerekiyor. Zira Mısır'da katliam gerçekleştiren askeri darbenin en büyük siyasi ve ekonomik destekçisi Batı değil, Suudi Arabistan. Müslüman Kardeşler hareketi ABD açısından ölümcül bir tehdit değil. Zaten Mursi'nin Hamas ve İsrail politikası bölgesel statükoyu zorlamadı. Hatta Mursi yönetimi İsrail ve Hamas arasında Türkiye'nin oynayamadığı bir arabuluculuk rolünü bile başarıyla oynadı. Ama Suudi Arabistan açısından rejimin en büyük düşmanı demokrasi. Demokrasinin iktidara getireceği Müslüman Kardeşler tipi hareketler Riyad açısından ölümcül bir tehlike. O nedenle Mısır'daki darbe ve katliamı doğru okumak istiyorsak, sadece ABD'ye değil bölgesel dinamiklere de bakmalıyız. Soli Özel'in de ifade ettiği gibi Mısır'daki, Batı ile siyasi İslam arasında yaşanan bir kavga değil. Batı devletleri (dikkat edin medyası değil) burada taraf tutan bir seyirci konumunda. Asıl kavga İslam dünyasının kendi içinde yaşanıyor. Demokrasi isteyenler ve demokrasinin siyasi İslam getireceğinden korkanlar iki ayrı kampa ayrılmış durumda. Bölgede demokrasi istemeyen en önemli güç Suudi Arabistan. Bu durum kaçınılmaz olarak Türkiye ve Suudi Arabistan arasında sorun yaratıyor.
Amerika ise ne yapacağını şaşırmış bir halde. ABD Dışişleri Bakanı John Kerry'nin, hem kendisini hem de ABD dış politikasını töhmet altıda bırakan gafları ortada. Akıllara durgunluk veren bir şekilde Kerry iki hafta önce "ordu Mısır'da demokrasiyi yeniden inşa etti" demişti. Şimdi ne düşünüyor acaba? Daha önemlisi acaba Sisi, Kerry'nin bu sözlerini nasıl algıladı? Obama'nın realizm ve idealizm arasında seçim yapamayan beceriksiz dış politikası ülkeyi Mısır'da askerlerle iş tutan bir suç ortağı konumuna getirmiş durumda. Askeri yönetimle köprüleri hemen atmak yerine, generaller üzerinde etkisini korumak için sadece ortak operasyonları iptal etmek gibi bir yol izliyor Obama yönetimi. Bu arada Batı'yı eleştirirken bir gerçeği de unutmamak gerekiyor: Bugün Mısır'da askeri yönetim ve Müslüman Kardeşler arasında arabuluculuk rolünü oynayacak tek aktör Avrupa Birliği. Türkiye izlediği Mısır politikasında kendini tabii ki haklı görüyor. Öte yandan Ankara haklı olmak ve etkili olmak arasında bir seçim yaptığının da bilincinde olmalı.