Yeni Osmanlılık (Neo-Ottomanism) son zamanlarda Batı akademik dünyasında Türkiye üzerine yapılan analizlerde popüler hale gelen bir kavramsallaştırma. Amerika'da yazdığım makalelerde ve yaptığım konuşmalarda ben bu kavramı sadece Türk dış politikası için değil, aynı zamanda içerde yaşanan zihniyet değişimini anlatmak ve Türk siyasi kültüründeki değişimi vurgulamak için de sık sık kullanıyorum. Zira kanımca Yeni Osmanlılık ve "Post- Kemalizm" paralel kavramlar. AK Parti'nin son seçimleri yüzde 50 gibi büyük bir zaferle kazanması bu Yeni Osmanlılık kavramının Batı'da daha da ciddiye alınacağının bir habercisi aynı zamanda.
Peki, nedir Yeni Osmanlılık? Dış politika alanında bu konuda çok yazılıp çizildi. Stratejik derinlik, çok boyutlu, çok bölgeli aktif dış politika, merkez ülke olma. Bunlar hep tanıdık kavramlar. Ben bu yazıda daha çok içeriye bakmak ve Post-Kemalizm kavramı üzerinde durmak istiyorum. Zira kanımca, Yeni Osmanlılık temelde Cumhuriyet projesinin olgunlaşması ve Ankara'nın Osmanlı İmparatorluğu'nun kültürel, siyasi ve coğrafik mirasıyla barışmasıdır. Unutmayalım ki 1930'larda Cumhuriyet projesinin ötekileştirdiği ana unsur Osmanlı geleneğiydi. Ulus-devlet ve laiklik kavramlarının taşıyıcısı Atatürkçü düşünce sisteminin gözünde her şey son derece basit bir "ilericilik" ve "gericilik" paradigması üzerine oturuyordu. Bu Kemalist paradigma çerçevesinde, Osmanlı "oryantalist" bir bakış açısıyla yorumlanıyor ve "İslami bir geri kalmışlık" dönemine tekabül ediyordu. Bu nedenle tipik bir reddi miras durumu söz konusuydu.
Turgut Özal ile durum yavaş yavaş değişmeye başladı. Soğuk Savaş'ın sona ermesi de olumlu rol oynadı. Dış politikada daha çok boyutlu hareket eden, Ortadoğu'yu tekrar keşfeden, Müslüman kimliği ile barışmaya başlayan bir Türkiye belirdi. Ama içerde değişim kolay olmadı. İslam = irtica ve Kürt kimliği = bölücülük denklemi Kemalist zihinlere ezberletilmişti. Doktriner eğitim sistemi, konformist medya ve askeri vesayet altındaki siyaset nedeniyle bu ezberi bozmak çok zordu. Özal sonrasında doksanlı yıllar çok sancılı geçti. PKK ile savaş, 28 Şubat ve ekonomik krizler ülkeye 10 yıl kaybettirdi. Neyse ki 2001 ekonomik krizinden Kemal Derviş ve katı IMF reçeteleri sayesinde çıkan Türkiye son 10 yıldır AK Parti önderliğinde çok daha başarılı bir performans sergilemeye başladı. Post-Kemalizm ve Yeni-Osmanlılık süreci işte bu dönemde içerde ivme kazandı. Zira, irtica ve bölücülük tehdit algılaması üzerinden giden Kemalist paradigma artık Türkiye'ye dar geliyordu.
Fakat her şeye rağmen askeri vesayet isteyen ve darbe çığırtkanlığı yapan güçlü bir azınlık vardı. Neyse ki sivil iktidarın 27 Nisan e-muhtırası karşısında dik durması, iktidarın Temmuz 2007 seçimlerini yüzde 47 ile kazanması, AK Parti'yi kapatma davasının başarısızlığı ve Ergenekon davasının ısrarla takibi sayesinde bu askeri vesayet ve yargı darbesi tehlikeleri atlatıldı. Post-Kemalist sessiz devrimin devamı sağlandı. Bu sayede katı laikçilik ve asimilasyonculuk yapmak yerine bu konularda paniğe kapılmayan daha toleranslı bir siyasi kültür ortaya çıkıyor. Her ne kadar tam olarak demokratik ve liberal olmasa da, AK Parti'nin Yeni Osmanlıcılığı bu siyasi kültürü sembolize ediyor. Bu sayede Cumhuriyetin Ankara'sı ve Osmanlı'nın İstanbul'unun temsil ettiği siyasi semboller yavaş yavaş barışıyor. Ortaya Post-Kemalist, Yeni-Osmanlıcı bir sentez çıkıyor. Bütün bunlara rağmen Türkiye henüz Kürt meselesine tatminkâr bir çözüm bulabilmiş değil. Son 20 yıldır Türkiye'de artık beklentileri son derece yükselmiş ve etnik bilinç kazanmış bir Kürt azınlık var. Bu azınlığın gözünde BDP ve AK Parti dışında başka bir umut yok. O nedenle AK Parti'nin Yeni- Osmanlılık anlayışı Türkiye'nin çok kültürlü barış projesini kucaklamak zorunda. İrtica korkusunu aşan post-Kemalist Türkiye'de sıra şimdi bölücülük ve terörizm konusundaki ezberleri bozmakta. Burada doğru adres BDP ile diyalog.