Amerika'da Türkiye konusunda yapılan tartışmalarda Avrupa Birliği'ne kızmak gittikçe revaçta. Genel kanı AB'nin stratejik vizyon eksikliği gösterdiği yönünde. Mesela, Savunma Bakanı Robert Gates, Türkiye konusunda kendisine bir soru geldiğinde, "Eğer Türkiye Batı'dan uzaklaşıyorsa bunda AB'nin Türkiye'yi kabul etmiyor olmasının ciddi payı vardır" demişti. Başkan Obama da buna benzer bir şekilde, "Evet, Avrupa bir derecede sorumlu, ama aynı zamanda Türkiye'deki siyasi mücadele de önemli" diyerek endişesini dile getirmişti.
Sonuç olarak, "Türkiye nereye gidiyor?" analizlerinde Washington'da AB ciddi bir yere sahip. Uzmanlar Türkiye'nin büyük ve de Müslüman bir ülke oluşunun AB üyeliği açısından ciddi bir sorun olduğunu kabul ediyorlar. Ama biraz daha derine inince Kıbrıs meselesinin önemi gittikçe ön plana çıkıyor. Washington Kıbrıs'ın artık sadece teknik bir bahane olmadığının farkında. Obama yönetiminin yaptığı analizlere göre AB'nin Türkiye konusunda gerçek yüzü ancak ve ancak Kıbrıs meselesi çözüldükten sonra ortaya çıkacak.
Durum böyle olunca Kıbrıs dışındaki diğer konuların önemi biraz olsun azalıyor. Mesela 9 Kasım'da Türkiye'nin 2010 İlerleme Raporu'nu açıklayacak olan AB, referandum sonrasında yürürlüğe giren Anayasa değişikliklerinden "olumlu bir gelişme" olarak söz edilecek. Ama bu ve bunun gibi olumlu siyasi gelişmeler, Kıbrıs konusunda devam eden açmaz nedeniyle pek bir değer taşımayacak. Zira Türkiye'nin limanlarını Kıbrıs Rum gemilerine açması, AB istikametinde ilerleme için "olmazsa olmaz" koşul. Nitekim İlerleme Raporu'nda da, "Limanlar bir an önce açılmazsa, üyelik müzakereleri durma noktasına gelebilir" denmesi şaşırtıcı olmamalı.
Peki, Ankara'da Kıbrıs konusunda AB uğruna böyle bir adım atma niyeti var mı? Seçim dönemine girmiş ve siyasi hesaplarının bir kısmını MHP'nin barajın altında kalması üzerine yapan bir iktidar için Kıbrıs gibi hassas bir konuda böyle bir adım atmanın bedeli büyük olacaktır.
O nedenle, şu anda Ankara'da, Türk limanlarını Kıbrıs Rumlarına açma yönünde bir siyasi irade mevcut değil. Durum böyle olunca, hem AB, hem de Türkiye hâlihazırda devam ettiği şekilde ilişkileri ağırdan almaya devam edecek. Hem Brüksel'in hem de Ankara'nın işine gelen bir durum bu.
Ancak iki tarafın da pek hesaba katmadığı bir gerçek var: Bu yavaştan almanın ciddi bir toplumsal ve siyasi bedeli olacak. Zira bugün artık Türkiye'de AB konusu konuşulmaz oldu. Halkın AB üyeliğine verdiği destek yüzde 35 seviyesine düşmüş durumda.
Hem AK Parti'de, hem kamuoyunda ciddi bir Avrupa soğukluğu söz konusu. Aynı şekilde, AB'nin Türkiye'ye yönelik ilgi kaybı var. Bu arada asıl unutulmaması gereken en önemli nokta şu: Kıbrıs engeli hem Türkiye'de hem de Avrupa'da müzakerelerin donma noktasında olmasından memnun olan çevreler için ideal bir bahane. Yani Kıbrıs meselesi "Avrupa karşıtı Türk ulusalcıları" ve "Türkiye karşıtı ırkçı Avrupa sağını" buluşturan bir bahane haline gelmiş durumda.
Bu açmazdan Türkiye'yi kurtarmak AK Parti'ye düşüyor.
Türkiye aslında Kıbrıs Rumlarına Türk limanlarının açılmasına hazır. Ama karşılığında Avrupa'nın da söz verdiği şekilde KKTC limanları ile ticaret yapmasını, yani Girne ve Magosa'nın ve tabii ki Ercan Havalimanı'nın, dünyaya açılmasını istiyor. Yaratıcı bir formül bularak, Türkiye geçici bir süre için, limanlarını açabilir. Böylece AB ve Kıbrıs Rumları üzerinde ciddi bir baskı oluşturulabilir. Türkiye büyük bir limanını Kıbrıs Rum gemilerine açarak dondurulan birçok faslın buzdolabından çıkarılmasını sağlayabilir. Türkiye'nin bu hamlesi Washington'u da harekete geçirerek, KKTC ile Amerika arasında ticari, siyasi, ekonomik ve kültürel ilişkilerin başlaması için bir vesile olacaktır. Kendine güvenen ve gittikçe küresel prestij kazanan bir Türkiye Kıbrıs konusunda büyük düşünmeli.