Türkiye'nin "hayır" oyuna getirilen iki farklı yorum var ABD'nin başkentinde. Birincisi artık hep duyduğumuz ve Türkiye uzmanı olmayan çoğunluk tarafından benimsenen "İslamcı" dış politika argümanı. Geçen hafta ifade ettiğim üzere bu kesimin sesi Gazze krizi ve İran oylaması sonrasında daha da yüksek şekilde çıkıyor. İkinci yorum ise azınlıkta ama daha dengeli. Bu grupta olanlar Türkiye'nin artık daha bağımsız, kendine güvenen, ekonomik açıdan güçlü, dindar, milliyetçi, ve Batı'ya karşı dik duran bir profil sergilediği yönünde yorumlar yapıyorlar. Bu ikinci grupta olanların ortak özellikleri ABD'nin Ortadoğu politikasını ciddi şekilde eleştiriyor olmaları. Çoğu Demokrat partinin sol kanadına yakın ama Obama yönetiminde değiller ve yönetimin İran politikasını ciddi olarak eleştiriyorlar.
Bu kesimin gözünde Türkiye ve Brezilya çok kutuplu dünyanın yükselen güçleri. Bir de tabii İran uzmanları var. Bunlar İran'ı derinden inceleyen, ülkenin toplumsal, siyasi, ekonomik dengelerini çok iyi bilenler. Ortak kanıları ekonomik yaptırımların stratejik açıdan etkili olmadığı yönünde. O nedenle bu İran uzmanlarının gözünde Türkiye ve Brezilya çok suçlanacak bir iş yapmadılar. Kısacası Türkiye Amerika'da sol entelektüel kesimde takdir toplarken, merkezde duran Obama yönetimine yakın çevrelerce ciddi şekilde eleştiriliyor. İsrail lobisinin en temel taşlarından, yani AIPAC ve AJC gibi kuruluşlardan ve Amerikan sağından hiç bahsetmiyorum bile. Bu çevreler zaten uzun süredir Türkiye'ye ateş püskürüyor. Bu arada geçen hafta Türkiye konusunda oldukça dengeli bir yorum Amerikan Savunma Bakanı Robert Gates'ten geldi. Gates, Türkiye'de yükselmekte olan Batı karşıtı tepkiden Avrupa Birliğini sorumlu tuttu ve AB'nin Türkiye'yi kucaklamıyor olmasının ciddi bir stratejik gaf olduğunu ifade etti.
Peki çizmeye çalıştığımız bu genel tablo, büyük resim ne anlama geliyor? Bu duruma bakarak Türkiye nasıl hareket etmeli? Uluslararası ilişkilerde birinci kural devletleri temel aktör olarak kabul etmektir. Bu nedenle Türkiye her şeyden önce Obama yönetimi, yani ABD devleti, nasıl düşünüyor ona bakmalıdır. Buraya bakınca tablo maalesef pek parlak değil. Obama yönetimi Türkiye konusunda gittikçe büyüyen bir hayal kırıklığı yaşıyor. Sorun "İslamcı" bir eksen kayması değil. Obama yönetimindeki kilit isimler Türkiye'nin dış politikasını "İslamcı" veya "Batıcı" gibi basit kategorilerle değerlendirmek yerine çok daha realist bir perspektif kullanıyorlar. Sordukları basit bir soru var: "Türkiye'nin ulusal çıkarları ne gerektiriyor?" Yani konu ideolojik değil gayet pratik ve pragmatik.
Durum pek parlak değil çünkü Obama yönetimi tarafından yapılan analize göre artık Türkiye ve ABD'nin ulusal öncelikleri ve çıkarları arasında ciddi farklılıklar belirmiş durumda. Bu ne anlama geliyor? Basit bir örnek verelim. ABD, Türkiye'nin ulusal çıkarları konusunda Ankara'ya ciddi destek veriyor.
Ne yapıyor Beyaz Saray? Mesela Ermeni soykırımı konusunda Ankara'nın hassasiyetini dikkate alıyor. Aynı şekilde PKK konusunda Türkiye'ye anlık istihbarat veriyor. Yani Ankara için hayati öneme sahip terörle mücadele ve Ermeni meselesinde Washington üstüne düşeni yapıyor. Bu destek karşılığında ABD Türkiye'den İran konusunda kendisiyle hareket etmesini bekliyor. ABD aynı stratejiyi Rusya ile izliyor. Mesela Doğu Avrupa'da savunma füzeleri konusunda Moskova'ya taviz veriyor ve karşılığında İran konusunda destek bekliyor.
Sonuçta Rusya BM'de ABD'ye destek oluyor ama Türkiye "hayır" oyu kullanıyor. Peki, şimdi ne olacak? İşte hayal kırıklığı ve öfke burada devreye giriyor. Washington artık Türkiye ile bazı konularda "stratejik ortaklık" yerine İngilizcede "transactional" (al-ver ilişkisi) denilen bir ortaklığa doğru adım atıyor. Yani "bizden ne istiyorsun ve karşılığında bize ne destek veriyorsun" ilişkisi. O halde sormamız gereken soru basit: Türkiye ulusal çıkarları konusunda ABD ile bir alver ilişkisine hazır mı? Bölgesel güç olmak böyle hesaplar yapmayı gerektiriyor.