45 ülkeden liderleri Washington'da toplayan Nükleer Zirve'den sonra hızını alamayan Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin liderleri, kendi alternatif BRİC zirvelerini gerçekleştirmek için Brezilya'da bir araya geldi. Bu durum ABD'nin artık tek kutuplu bir dünyada tek süper güç olmadığının da simgesel bir kanıtıydı aslında. Soğuk Savaş bittikten sonra bir türlü yeniden yapılanma içine giremeyen BM Güvenlik Konseyi'nde bir gün nihayet reform yapıldığında, Hindistan ve Brezilya'nın en kuvvetli iki yeni daimi aday olacağına şüphe yok.
Geçen haftaki Nükleer Zirve'nin arka planında iki temel mesele vardı. Birincisi nükleer güce sahip ülkelerde mevcut nükleer silahların güvenliği ve korunması. Bu nükleer silahların terörist grupların eline geçmemesi için alınması gereken tedbirler zirvenin belki de en önemli amacıydı. Washington açısından bu konu tam anlamıyla bir ölüm kalım meselesi. Zirveye bu açıdan bakınca en önemli konu İran değil Pakistan oldu. Amerikalı terörizm uzmanlarının gece uykusunu kaçıran kâbus senaryosu Pakistan'ın elindeki nükleer teknolojinin bir şekilde Taliban veya El Kaide gibi radikal İslamcı oluşumlarca ele geçirilmesi. Böyle bir felâket yaşanırsa bir sonraki aşama nükleer terörizm, yani yüz binlerce insanın öleceği bir terörist saldırı olabilir. 11 Eylül tipi bir terörist saldırısının New York'un ortasında nükleer bir silahla gerçekleştiğini düşünün. İşte zaten tam da bu nedenle Pakistan ABD açısından dünya üzerindeki en büyük tehlike potansiyelini teşkil ediyor. Elinde yaklaşık 90 nükleer füze başlığı olan Pakistan'da bir gün Taliban vari radikal İslamcı bir rejim göreve gelirse ne olur?
ABD'nin gözünde böyle bir olasılık, eğer Afganistan'da Taliban savaşı kazanırsa daha da yüksek olacaktır. Yani eğer Afganistan kaybedilirse, Pakistan'ın da böyle bir radikal İslamcı rejim tarafından ele geçirilmesi olasılığı artacaktır. O halde, ABD neden Afganistan'da savaşıyor, sorusuna cevap bir bakıma belli: Pakistan'ı korumak için. Tabii burada ciddi bir çelişki var. Pakistan'da hem hükümette, hem de askerin içinde Taliban ve hatta Taliban'dan çok daha tehlikeli terörist eğilime sahip radikal İslamcı oluşumları destekleyen bir kesim var. Neden mi? Çünkü bu radikal İslamcı oluşumları Hindistan'a karşı kullanıyorlar. Yani Hindistan ve Pakistan arasındaki Keşmir sorunu Pakistan'daki radikal İslamcı grupların önemli bir varlık nedeni. Nasıl ki Ortadoğu'daki İsrail- Filistin sorunu Hamas ve Hizbullah gibi radikal oluşumlara güç veriyorsa, Keşmir meselesi de Laşkar-ı Tayiba gibi radikal İslamcı grupların Pakistan tarafından destekleniyor olmasını sağlıyor.
Buradan çıkış yolu tabii ki Hindistan ve Pakistan arasındaki meselenin, yani Keşmir sorununun uluslararası bir platformda masaya yatırılması. Ancak buna Hindistan bir türlü yanaşmıyor. Sadece ikili görüşmelere evet diyen Hindistan bu konuda ABD'nin devreye girerek arabuluculuk yapmasına şiddetle karşı çıkıyor. Bu arabuluculuk işini ABD'nin en etkili diplomatlarından, Balkanlar fatihi Richard Holbrooke bile beceremedi. Neden mi? Çünkü 1 milyarlık nüfusu olan süper güç Hindistan, 170 milyonluk "küçük" Pakistan ile masada tek başına oturmak istiyor. Fakat Hindistan'ın bu inadı sonuçta yapılması gerekeni değiştirmiyor. Keşmir meselesi halledilmedikçe Pakistan'ın elindeki nükleer silahlar bir gün radikal İslamcı bir yönetim veya oluşumun eline geçebilir. Maalesef Washington'daki Nükleer Güvenlik Zirvesi bu konuları ele almaktan çok uzaktı.
Washington'daki zirvenin arka planında Türkiye'yi de yakından ilgilendiren ikinci mesele tabii ki İran'a yaptırımlar konusuydu. ABD yönetimi şu anda diplomatik enerjisini Brezilya ve Türkiye üzerine harcamak yerine, Rusya ve de özellikle Çin üzerine odaklanmış durumda. Bu iki ülke ABD ile beraber hareket ederse, Brezilya ve Türkiye üzerinde zaten yeterince siyasi baskı oluşmuş olur diye düşünüyor Washington. Bakalım zaman ne gösterecek.