Kemal Özer'in ölümünü Orhan Alkaya'dan öğrendim. İstanbul dışındaydım. Donup kaldım. İnanmak içimden gelmiyor. Fahri Özdemir'i aradım hemen. Onayladı.
53 yıllık dostumdu Kemal. A Dergisi'ni yayımladığımız dönemlerde günün en az on iki saatini birlikte paylaşırdık. Adnan'la (Özyalçıner) birlikte. Derginin hamallığını üçümüz üstlenmiştik. Dizgisinden dağıtımına kadar.
Yeni bir şiir mi yazdık, daha dumanı tüterken birbirimizle paylaşırdık. İlk kitabı Gül Yordamı'nın kapağını ben yapmıştım. İlk kitap kapağım. İlk eleştirimi de o kitap için yazmıştım.
Benim için her zaman eşsiz bir dost, önemli bir sanatçıydı.
Düşünüyorum da, ne çok ortak anımız varmış meğer.
Onunla, şiirleriyle ilgili çok yazı yazdım. Bilinmeyen bir yanını, tiyatro sahnesine adım atmışlığını anlatayım bugün. Onu gülümseyerek anayım.
Evet, Devlet Tiyatrosu'nda sahneye çıkmıştı Kemal.
Sanırım 1959'du: İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ne gidiyorum. Daha doğrusu, Hukuk Fakültesi kantinine. Onat (Kutlar) ne kadar haklıymış. "İnsan önce Hukuk Fakültesi kantinini bitirir, sonra Hukuk Fakültesi'ni," derdi. Biz de ikiye ayrılmışız. Kimimiz Hukuk kantininde, kimimiz Edebiyat kantininde toplanıyoruz. Arada bir evcilik oynuyoruz. Onat, Ferit (Öngören), Demir (Özlü), Edebiyat kantinine gidiyoruz; Kemal, Adnan, Doğan (Hızlan) zaman zaman bizi ziyarete geliyor.
Fakültede ilk gittiğim ders Kemalettin Birsen'indi. Onuncu dakikada kafama dank etti. "Yahu," dedim kendi kendime, "sen hukukçu mu olacaksın? Avukat mı, yargıç mı, savcı mı olacaksın? Hayır. Öyleyse burada ne işin var?"
On birinci dakikada anfiden çıktım. Doğru kantine. Ertesi yıl İktisat Fakültesi Gazetecilik Enstitüsü'ne gidecektim; (Mehmet Y. Yılmaz'n kulakları çınlasın) fotoğraf makinesi görmeden iki yıl Gazete Fotoğrafçılığı dersi vereceklerdi bize.
Günün birinde Kemal heyecanla geldi. "Haldun Taner haber yollamış, istersek gidip Oidipus'da oynayabilirmişiz," dedi.
Oidipus'da oynamak! Bu da nereden çıkmıştı şimdi?
Oidipus, Devlet Tiyatrosu'nda sahneleniyordu o sırada. Takis Muzenidis'in yönetimi de, Cüneyt Gökçer'in oyunu da hem eleştirmenler, hem seyirciler tarafından pek beğenilmişti. Tiyatro oyunu İstanbul'a getiriyordu şimdi. Şan Tiyatrosu'nda bir süre oynanacaktı.
Oyuncular da İstanbul'a geliyordu elbet, ama dünya kadar figüran Ankara'da kalmıştı. Otel, yemek, gündelik... Birsürü masraf. Figüranlar İstanbul'da bulunacaktı.
Haldun Bey'in "tavsiye"siyle kalktık, Şan Tiyatrosu'na gittik, Kondüit Cemal'a kaydımızı yaptırdık. Bizim edebiyat takımından pek kimse göze alamamıştı sahneye çıkmayı. Kemal'le benden başka. Bir de Özcan (Başar) vardı.
Şimdi unuttum, günde ya altı lira, ya yedi buçuk lira alacaktık. Bahçeli Şar Lokantası'nda bir buçuk liraya karın doyurduğumuz düşünülürse, servet!
Kondüit Cemal filanca gün filanca saatte tiyatroda olmamızı istedi.
Oyunun başında beş dakika kadar görünüyoruz sahnede. Karanlıkta gölgeler halinde. Yüzümüz gözümüz seçilmiyor. Thebai halkıyız.
Ama Thebai halkı bile bu kadar çeşitli yurttaştan oluşmamıştı herhalde. Öğrenciler var, öğretmenler var, muhasebeciler var, garsonlar var, voleybolcular var, bakkallar var...
İki terlikçi bile var: İstepan ile Vartan kardeşler. İkisi de tiyatro delisi. "Dükkânımızı kapadık, sanat yapmaya geldik," diye bağırıyorlar arada bir. Oyundan tam üç saat önce gelip aynanın karşısına çöküyorlar, ince ince makyaj yapıyorlar.
İlk gece kuliste kıyamet koptu. Biri bir sakal bulmuş. İstepan gördü, kaplan gibi atılıp sakalı kaptı. Öteki sakalı vermek istemiyor. İstepan, "Bu sakal benim!" diye haykırıyor. "Muzenidis söyledi, sakalı ben takacakmışım!"
Muzenidis'in başka işi yoktu sanki! Karanlıkta değil sakal takmak, silindir şapka giysek kimse farketmeyecek. Sanat uğruna verilen kavga, terlikçinin zaferiyle sonuçlandı.
Cüneyt Gökçer'i makyajını yaparken seyretmedim, ama herhalde oyundan önce terlikçi kardeşler kadar kılı kırk milyon yarmamış, tiyatro heyecanını onlar kadar iliklerinin içinde duymamıştır.
Oidipus, İstanbul'da da büyük ilgiyle karşılandı. Temsiller sona erince Kemal'le kantine döndük.
İşsiz kaldığımızın ertesi günü, çaylarımızı yudumlarken, Kemal'e, "Yahu," dedim, "biz Oidipus'da niye oynadık?" "Niye olacak," dedi Kemal, "biyografimizde bu da bulunsun diye."