Gaziantep'te Nakıp Ali Sineması'nın açılışı basında da yankı uyandırdı. Gazetemizin Cuma ve Pazar eklerinde Atilla Dorsay'la Kaya Genç bunu uzun uzun yazdılar, kentin efsane adamının sinemacı yanını anlattılar.
Nakıp Ali'yi çok yakından tanımıştım. Bu yüzden, bir bakıma yazılanları tamamlamak için, onun "sinemacı" lığının yanı sıra "insan" lığından söz etmek istiyorum.
***
On iki yaşındaydım. İlkokulu bitirdikten sonra öğrenimimi sürdürmem için babam İstanbul'a göndermişti beni. Yaz tatillerinde, yarıyıl tatillerinde gidiyordum Antep'e. 1949 Ocak'ında yarıyıl tatili için Antep'teydim yine. Kentte son günümdü. Ertesi akşam trenle İstanbul'a dönecektim. O gece annemle babam sinemaya götürdüler beni. Nakıp Ali'nin sinemasına.
"İki film birden" izledik. Sinemadan çıkarken, Nakıp Ali beni gördü. "Nasıl, beğendin mi filmleri?" diye sordu.
"Beğendim ama, gelecek program çok güzel. Onu kaçıracağım," dedim.
"Niye?" dedi Nakıp Ali. "Önümüzdeki hafta oynatacağız."
"Ben yarın akşam İstanbul'a gidiyorum," dedim.
"Talihine küs," dedi Nakıp Ali.
Ertesi sabah dokuzda bizim kapı vuruldu. Açtım. Bir adam. "Nakıp Ali seni istiyor," dedi.
Sinemaya gittim hemen. Nakıp Ali kapıdaydı. "Gel, otur," dedi. Salonda bir koltuğa oturttu beni. Görmek istediğim filmi on iki yaşındaki o çocuk
için, sadece benim için oynattı.
***
Yine İstanbul'dayım. Yaş 13-14. Hafta sonları Beyoğlu'na çıkınca, sinemaların kapıları üstündeki fenerlere (özel olarak yapılmış kocaman, renkli afişlere) nasıl da hayran hayran bakardım! Antep sinemalarının kapıları üstünde de büyük afiş tahtaları vardı; ama o tahtalara aynı afişten birkaç tane yan yana çakılırdı.
Yaz tatilinde Nakıp Ali'ye, "Neden sen de sinemanın üstüne kocaman afiş asmıyorsun?" diye sordum.
"Kime yaptırayım?" dedi.
"Ben yaparım," dedim.
Kapı üstündeki afiş tahtasının ölçülerini aldım. Evimizin avlusunda kağıtları yan yana yapıştırdım. Toprak boyayla sarı bir zemin çektim. Lacivert harflerle filmin adını yazdım: Zeytinliklerin Altında Sükun Yok . Kırmızıyla "Lucia Bose". Kuruduktan sonra afişimi katlayıp sinemaya götürdüm.
Nakıp Ali, makinist, gişeci, tam hatırlamıyorum ama, sanırım bir de komşu kahveci, bu "başyapıt"ı ilk gören kişiler olmak onuruna erişmek üzere koşup geldiler.
Afişi açıp yere yaydım. Yaymamla birlikte her yanımı soğuk ter bastı.
Çocuğum daha, nereden bileyim... Toprak boyaya, tutsun diye, tutkal katılırmış. Benim afişteki toprak boya toz olup akmış, sarılar laciverde, lacivertler kırmızıya karışmış.
Nakıp Ali bir afişe baktı, bir bana. "Eline sağlık!" dedi. Sonra adamlarına döndü: "Asın ulan şunu!"
Benim fener, kapının üstünde bir hafta asılı kaldı.
***
Nakıp Ali bir Hac filmi getirtti Antep'e. Cami hocalarını toplayıp ziyafet çekti; sonra da özel olarak filmi oynattı onlara. Ertesi gün, artık nereden çıktıysa, bir rivayet yayıldı kente: "Bu filmi yedi kere gören tam hacı, üç kere gören yarım hacı sayılır."
Film kapalı gişe girdi gösterime. Haftalarca oynatıldı. Arada bir yaşlı kadınlar geliyordu Nakıp Ali'nin yanına: "Evladım, ben iki kere gördüm. Üçüncüsüne param kalmadı. Sevabına... Bari yarım hacı olayım."
"Gir, bacım," diyordu Nakıp Ali. "İstersen dört kere daha gel. Para mara istemez."
Az kişiyi mi bedavadan aldı içeriye...
Dinine bağlı bir adamdı. Ama yobaz değildi. Saza gider, rakısını içer, eğlenmesini bilirdi. Çıkarcı değildi. Din sömürücüsü hiç değildi. Hınzırlığına yapmıştı bu işi.
***
Antep sinemalarının balkonlarında aileler, "doğru dürüst" adamlar otururdu hep. Aşağıda ise "çoluk-çocuk".
Bir akşam Nakıp Sineması'nda film bir türlü başlamadı. Hadi, 15-20 dakikalık gecikme olağandı. Ama 45 dakika! Sinemada kıyamet kopuyordu. Bağrışmalar, alkışlar... Nakıp Ali, balkonun önüne geldi. Bize dönerek, su katılmamış Antep ağzıyla, "Sayın seyirciler," dedi, "film elimize şimdi geçti. Adana otobüsünden biraz önce aldık. Makinist hazırlıyor. Az sonra başlayacağız. Kusura bakmayın. Hepinizden özür dileriz."
Sonra aşağıya eğilip bağırdı: "Hösün (susun) lan, boklar!"
***
Nakıp Ali, yine çocukluğumda, Belediye'ye başvurdu. Bilet fiyatlarını 25 kuruştan 35 kuruşa çıkarmak için.
Belediye'den yanıt geldi: "Sinemana kalorifer yaptırırsan, koltukları marokenle kaplatırsan, olur."
Nakıp Ali Belediye'yi bastı o gün:
"Ulan, pazarda biber kendine kalorifer mi taktırdı da 8 kuruştan 10 kuruşa çıktı! Patlıcan kendini marokenle mi kaplattı da 12 kuruştan 20 kuruşa çıktı!"
Nakıp Ali'siz bir Antep yine Antep olurdu herhalde, ama bir başka Antep olurdu.