Kravatı gevşetmek, bağcıkları çözük ayakkabıyla gezmek gibi milli ara. Teknik adamından futbolcusuna -milli mesaiye gidenler hariç- herkes için bir nefeslenme, bir tatil arası. Sezon içi ritmini yakalayan hedefleri yüksek takımlar için büyük handikap. Galatasaray için de bu geçerliydi. En az Davinson'un yokluğu kadar büyük bir soru işareti. Bir de ünlem var elbette! Deplasman biletlerini, üstelik de 150 kişi kapasite varken 3250 TL'den satan Bodrumspor başkanı. Kendisine hatırlatırım, herkesin ya da o herkesin babasının benzin istasyonları yok. Bu konuda kulüplere azami fiyat belirleme konusunda sınırlama getirmeyen TFF de bir o kadar suçludur. Metehan ile başladı Okan Buruk... Yine üçlü defans ama Icardi'nin yokluğunda 3-4-2-1 dizilen Osimhen'in arkasında Mertens ve Yunus'u kullanan bir oyun anlayışı. Toplasanız bir 5 dakikalık yoğunluk dışında Galatasaray futbolu tarifine uymayan bir 40 dakika. Kaleci Gökhan'ın sakatlığıyla ara verilen, Buruk'un da her zaman takım konsantrasyonu adına şikâyetçi olduğu ufak stadyum ambiansı mıdır nedir; tat vermeyen bir Galatasaray. İkinci yarı 10 kişi kalmış rakibi karşısında dörtlüye dönen ve rüzgârı arkasına almış Galatasaray, beklenen baskıyı da kurdu golü de buldu. Maç boyunca Buruk'un sürekli değişen dizilişi ve çözüm arayışları, bardağın dolu tarafında övgüyü hak ediyor ama çoğu zaman taşları da yerinden oynatmamak lazım. Artık yoğun bir fikstür var, kravatlar da sıkılacak bağcıklar da bağlanacak. Bodrum'daki oyunu unutmak kolay ancak Buruk ve takımının bu sezon başlangıcı hafızalarda elbette kal