Çocuktum, Trabzonspor'un fırtına gibi estiği yıllardı, İstanbul'un bir mahallesinde pazar günleri öğle vakti çayırda buluşur top oynar, piknik yapar sonra radyonun başına geçerdik. Hatırlamıyorum ama sanki ligde bütün maçlar aynı saatte başlardı, Ankara'dan yönetirler yayını, gol olan stadyuma bağlanırlardı. Çocuktuk, kombine yoktu, babamız arada bir maça götürmüşse stadyumları oradan bilirdik. Muhtemel 11 neydi, sahaya çıkan kimdi, diziliş nasıldı kimsenin umurunda değildi. Hepsi ertesi gün gazetede yazardı. Radyodan tuttuğun takımın maçına bağlandığında ev sahibi ise bir de tribünün sesi yüksek geliyorsa spiker söylemeden takımının gol attığını önceden bilirdin, çayırda yuvarlanır, başka takımı tutan arkadaşına takılır, meyve suyunu kana kana içerdin… Sonra 80'lerde mahalleye Trabzonlu Hacı bakkal dükkan açtı. Hacı, mert adamdı, ağabeyimizdi ama takımı şampiyon olamıyordu. Çok takıldık ona, bize rafından bedava verdiklerini hiç ödeyemedik ama bir gün onu toprağa verdiğimizde hepimiz küreğin başındaydık. Çok üzgünüm… Bu memlekette bilmediğimiz, görmediğimiz ve hatta hiç öğrenemediğimiz hakem hatalarıyla biz bu oyunu çok sevdik. Biz mi çok saftık bilmiyorum… Gazetem benden maç için kritik beklerken, iki yetişkin evladım maçı izlemeye değer bulmazken; ben çocukluğuma dönmeyeyim de kim dönsün. İnsan kendini böyle zamanlarda yalnız ve üşümüş hissediyor. Hakeme yumruk atan, takımını sahadan çeken bu başkanlar, biz çocukken radyodan maç dinlediler mi? Dinleseler böyle olur mu? Kim bu adamlar? Siz kimsiniz bilmiyorum ama bu güzel oyunun katilisiniz… VAR'lığınız batsın…