Maçın yükünü Fenerbahçe taşıyordu ama Başakşehir için de zirvede kalmak adına "kırılma" sıfatındaydı. Eksikler ve yenilgilerin muhasebesinde Erol Bulut, elindeki oyuncular arasından "yüreğini" en çok kim koyar sorusuna cevap aldıklarıyla oynamayı tercih etti.
Cisse'yi kulübede tutmasının nedeni, Ademi ve Thiam ile önde baskı yapmak, top tutmak, baskı yediği anlarda uzun toplarda boy avantajından yararlanmaktı. Elbette planlar yapılır, konu Fenerbahçe ise de bozulması uzun sürmez.
Yine ilk atak, yine duran top, yine kaleyi tutan ilk şut ve ligin en erken gollerinden birini yediler. Dengede gitmesini istediğiniz maçta, geriye düşüp kazanmanın peşine düşmek, üstelik Başakşehir gibi bir takım karşısında katmerli problem.
Kaçırdıkları goller gibi attıklarını da duran toplarla buldular. Devreyi berabere bitirmek, sahaya daha güçlü, umutlu çıkmak demekti. Bu kez baskıyı yardımlaşarak kırdılar, kazanmak istediklerini hissettirdiler ve rakibi kendi sahasında daha çok tutmayı başardılar. Tisserand'ın maçın akışını değiştiren golüyle birlikte, senaryo da değişti.
Hakem Bahattin Şimşek risk almadan, ortadan maç yönetmenin peşindeydi. Volkan Babacan-Ademi mücadelesinde "kaleciye pas" yerine faul çalarak da bunu gösterdi. Ama Rafael'in ikinci sarıdan atılması (ki yanlış karardı, faulü Skrtel yaptı), disipliniyle ünlü Başakşehir'de tepkileri getirdi. Okan Hoca'nın tepkisi, İrfan Can'ın buna katılması, dokuz kişi kalan rakip önünde ne yapacağını bilemeyen-beceremeyen Fenerbahçe'yi seyrettirdi.
Fenerbahçe lige geri döndü. Çok iyi oynayarak değil, çok iyi mücadele ederek başardılar bunu. Birbirlerine olan güveni-inancı yeniden "inşa" ettikleri bir maç oynadılar. Sırtlarında çok ağır bir yük, kırılgan bir ortam vardı, artık "bizim sıramız" diyecekleri dönemi açtılar.