Hem sıralamadaki pozisyon hem de Ersun Yanal'ın kenara gelmesiyle birlikte maça çok arzulu başlaması kaçınılmaz bir Fenerbahçe olacaktı. Tribünlerin müthiş desteği ile birlikte, rakibe orta sahayı bile geçirtmeyen bir baskı ile oynadılar. Skor 2-0'a geldiğinde herkes çok mutluydu. Yanal için şarkılar söyleniyor, "gün" kutlanıyordu. Hesapta olmayan, birçok şeyin değiştiği ama oyuncuların "aynı" kalmasıydı. İkinci yarı için topa vurulduktan üç dakika sonra Erzurumspor beraberliği sağladı ve ikinci maç başladı. Böylesine büyük farklar ile dengenin bozulması elbette açıklanamaz. Problem, "kazanmamız lazım" duygusunun veya "korkusunun" Fenerbahçeli oyuncuların içine işlemesinde. İki farklı skoru aldıktan sonra, oyunu risk almadan bitirmek istemeleri, bu sezon boyunca yaşadıkları travmanın doğal sonucu. Bu virüsü onların içinden sökene kadar çok uğraşacak Ersun hoca. Ne zaman ki, daha iyi olduklarını anlayacaklar, biz de bunları yazmayacağız. O zaman; ilk yarıya dönelim: Kırılgan Fenerbahçe orta sahasının oyuna hükmettiği, Ekici'nin solda, Eljif'in sağ kanattaki kombinasyonlara destek olduğu taktik dokunuşlar karşımızdaydı. İkinci topları kapma arzusu, tribünleri de maçın içine çekti ve uzun zaman sonra 12. Adamı da izledik Kadıköy'de. İki gol Fenerbahçe'den geldi, iki Erzurum'dan; Fırat Aydınus, hiçbirinde VAR yorumunu beklemedi. Tertemiz oldu her şey...
60'ta Ekici ve Valbuena limitlerini doldurdular. Klasik değişikler yapıldı. Valbuena'nın oyuna ve sonuca dokunuşu ile tabela şekillendi. Ayew'i de katarsak araya, sakatların dönmesi Erzurumspor ile Fenerbahçe'nin arasındaki "kalite" farkıydı. İki takımın oyun performansı ve harcadığı parayı eşleştirip, Mösyö Comolli'nin hatır hesabına gönderelim. Doğum gününde Ersun Yanal üç puana uzatma dakikalarında gelen golle veda etti. Bu yaşında kendi kendine gol atan bir takımı oldu. O anda anlamıştır niye tribünlerin kendisini istediğini. Ondan mucize bekliyorlar. Anlatsın bakalım; "Fenerbahçe böyle mi oynar?"