Artık oyun ezberleri içinde makine gibi kendini tekrarlayan bir Fenerbahçe var. Oyunu direkt oynamaya çalışıyorlar. Mümkün olduğunda topu kanatlara taşıyorlar. Rakip ceza alanına ortalarla gelmeyi tercih ediyorlar. Topu kaybettiklerinde de, kendi sahalarına geçmeden baskıyı başlatıp, rakibi sahasında tutsak bırakıyorlar.
Önemli eksiklerine rağmen, oyun kurgusunda her oyuncu mevkisinden bekleneni yapmaya çalışıyor. Dün de Rizespor'a birinci dakikadan itibaren bunu hissettirip, son dakikaya kadar bir kontratak dışında pozisyonsuz bırakmayı da başardılar. Büyük veya iyi takım özelliğinde maçı oynamadan önce, kaybetme duygusunu yaşatmak vardır. Bunu başarıyor Fenerbahçeli oyuncular.
Yüzde yüze yakın disiplin ve konsantrasyonlu oyunla bina ettikleri bu duyguya, daha etkili atak planları veya pozisyon sayısı eklemeleri gerekiyor. Kazanmalarına rağmen bunu başardıkları maç sayısı çok az. Hele bir de, bu çeşitliliği gerçekleştirecek oyuncular da sahada yoksa, Fenerbahçe adına oyun sadece "mücadele" şeklini alıyor.
Maçın başlangıcında, geçen sezon Bursaspor'u coşturan dörtlü beraberdiler. Goller ya da penaltılar da onların ürünüydü zaten. Birinci penaltı pozisyonu "ağır karar"... Omuzların çarpışmasına değil de sanki Sercan'ın Volkan Şen'e arkadan darbesine faul çalındı gibi geldi bana. Yine de topun sahibinin olmadığı bir andan bahsediyoruz.
Diego ve Gökhan Gönül sakat, Nani hasta, Caner kulübede. Pereira ön tarafta tüm fark yaratan oyuncularından yoksun gibiydi. Buna rağmen "takım eksik" duygusunu yaşatmadı takım seyredenlere. Fenerbahçe'yi zirvede tutup, şampiyonluk yarışında da öne çıkaran bu özelliği zaten. Yıldız oyuncularının farklılığını kullanmak yerine, onları sadece koşturup, rakibe set çekmeyi düşünen bir teknik adam olarak Pereira işini iyi yapıyor. Rakip oyuncu ile ağız dalaşına girmesi, tartışılan bir penaltı çalan hakeme, basit bir faul yorumu nedeniyle isyan bayrağı açması da ufkunun sınırlarından.