Sadece bir maç oynamak için değildi sahadakilerin amacı. Bir tarihi değiştirmeye, bir ilki başarmaya, kariyerlerine yeni bir satır eklemeye de gelmişlerdi. Stratejiler çok tartışılacaktır. Ama ilk maç bittiğinde, ikincisinde Fenerbahçe takımının nasıl düşüneceğini, nasıl oynayacağını biliyorduk. Oyuncu performanslarından uzaklaşan, takım halinde oyunu algılayıp, birlikte yürümeyi başaran bir ekip olmuşlardı. Haftalardır bu karakteri koruyor, tesadüfün ötesine geçerek istikrarı da ceplerinde taşıyorlardı.
Lazio'nun isteği, dengeyi bozma arzusunu, düşüm tempolu, risk üstlenmeyen bir oyunla ilk 45'te en alta çektiler. Sadece bir pozisyon vererek bitirdiler devreyi. Pazartesi Roma derbisinden çıkmış rakiplerinin 60'dan sonra aşağıya kayacağının hesabını yapmışlardı belli ki. Bu planın daha iyi işlemesi, ön tarafın top tutmasıyla olurdu. Webo da başaramadı bunu, istediği desteği Caner ile Kuyt da veremedi. Cristian hiç meydanda yoktu; o ayrı!
SAYGI DURUŞUNA DAVET
Orta sahanın top kapanlarının (Caner, Meireles, Kuyt, Selçuk) aynı zaman da en çok top kaybedenler olması da, denge ibrelerinin değişmesini önledi. Hemen her rakibine kabul ettirdiği kontrol oyunu, baskı yediği her anda "kağıttan kale" haline dönüşüverdi Fenerbahçe için.
Ve yine ilginçtir; Salih Uçan'ın oyuna girmesinden saniyeler sonra Caner'in beraberlik golü geldi. Bu çocuğun kramponları sahaya değdiği anda, tabela ağlardaki topu beklemeye başlıyor. Aykut Kocaman önce anlayış devrimini gerçekleştirdi. O'nunla birlikte yürümeye kararlı olan, O'nu istifadan döndürüp, bu yenilmez kaleyi inşa ettiler. Ve tribünleri de takımın bir parçası haline getirerek büyüyorlar.
Bütün bu olanlardan sonra, yarı finale sarı-lacivert rengin eklenmesiyle birlikte bu emeği anlamayı başaran herkesi "saygı duruşuna" davet ediyorum.