İlk beş dakikada Fenerbahçe ceza alanını, uçuşa serbest bölge haline geldi. Ordu, yüksek toplarla geliyor, duran toplarla deniyor ve hemen hepsinde de topa değiyordu.
Fenerbahçeli oyuncuları Lazio sarhoşluğundan kurtaran da bu beş dakikalık şok oldu. Nerede olduklarını ve ne hale düştüklerini anladılar bir anda. Ardından pas oyununa dönmeyi başarıp, tempoyu aşağıya çektiler ve beklediler.
Aykut Kocaman'ın üzerine titreyip, sabırla yetiştirdiği Salih Uçan, bu görevle artık ilk on bir oyuncusu olduğunu kesinleştirdi. Rotasyon zorunluluğu içindeki görev mecburiyetinden çıkıp, takımın bir parçası olmayı sorumluluk almaya başlayarak gösterdi.
Yine de takım tereddüt etti. İlk yirmi dakikada genç oyuncuyu pas istasyonu yapmayıp, uzun oynamayı tercih ettiler.
Ne zaman ki Salih kendi topunu alıp, klasını ortaya koydu, bu kez gol pasını kaptı Caner'den. En son ne zaman bir orta saha gol attı hatırlamıyorum.
Ama en golcü Cristian'ın uzun bir ara verdiğini, hatta bir çok pozisyonu değerlendiremediğini hatırlıyoruz. Salih ikinci golüne zerafet de katarak, Ordu'da herkesi soluksuz bıraktı. Kendi takımına en rahat nefesi aldırarak elbette. Maçın daha çok isteyen, deneyen tarafının Orduspor olduğunu söylememiz gerekir. Özellikle ikinci yarıyı domine ettiler. Bu kez kapanan-direnen yüzüyle sahadaydı Fenerbahçe.
Dört gün sonra Roma'da da böyle bir oyun oynayacaklar. Webo'nun ilerde top tutma sıkıntısı ve yetersizliğini görünce, daha zor dakikaların yaşanabileceğini de hissediyoruz. Golleriyle Salih parladı maçta. Ama bir geri dönüş daha var; Volkan Demirel... Kaptan daha ilk dakikadan itibaren yüksek konsantrasyonla sahadaydı ve güven veren blokajlarıyla farkını gösterdi. Biri şampiyonluğa, bir düşme hattından kurtulmaya çalışan iki takım. Hakeme saldırı yok, oyuncular arasında itişme-tekmeleşme yok, sadece tribünlerin kısa süreli parlamaları var.
Hedefe yürümek; ortamı germeden, hakemi aldatmaya çalışmadan, emek veren herkese saygı duyarak da oluyormuş.