Tam yüzyıl önceden bir bakiye söz konusu Doğu Akdeniz'de. Akdeniz'e en uzun sahili-kıyısı olan Türkiye'nin denklemden dışlanmak istemesi de bu bakiyenin eseri zaten. Yıllardır kendi akışına terk edilen Libya meselesinde, Türkiye'nin Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti ile imzaladığı deniz yetki alanları ve askeri işbirliği mutabakatları sonrasında birden kıymete bindi ve hatırlandı Libya'daki iç savaş. Oysa; Mısır'ından Yunanistan'ına, Güney Kıbrıs Rum Kesimi'nden İsrail'e, İtalya'ya kadar ne güzel de paylaşıyorlardı sessiz sedasız Doğu Akdeniz'deki muhtemel enerji kaynaklarını.
Onların bu oyununu, Libya Ulusal Hükümeti ile yaptığı anlaşmalarla tam da can damarından kesintiye uğratan Türkiye'yi hala oyun dışı bırakma hamleleri devam etmiyor değil.
Alın işte; geçen perşembe günü Kahire'de toplanan malum 7'li (Mısır, Yunanistan, GKRY, İsrail, İtalya, Ürdün, Filistin) Doğu Akdeniz Gaz Forumu adı altında bir Gaz Birliği kurdular ve Türkiye, Suriye, Lübnan, Libya ve KKTC'yi bu forum dışında bıraktılar. Oysa; Türkiye ve Libya arasında varılan anlaşma, Doğu Akdeniz'de her tür enerji paylaşımını da boru hattı döşemeyi de Türkiye'nin onayı olmaksızın asla ve asla mümkün kılmıyor.
Konuyu Libya ve Doğu Akdeniz'deki gelişmelere getirme sebebimiz elbette, dün Libya özelinde Berlin'de düzenlenen konfresansı da kapsıyor. 8 Ocak'ta İstanbul'da gerçekleşen Erdoğan- Putin görüşmesinden çıkan ateşkes çağrısının, Libya'daki taraflarca olumlu karşılanması, Serrac'ın ateşkesi hem sözlü hem yazılı taahhüdüne rağmen Rusya'nın muhatap olduğu isyancı Hafter'in son anda masadan kalkarak Moskova'yı 13 Ocak'ta terketmesi ile Libya'da işler yine çıkmaza girmiş gibi göründü.
Almanya'nın devreye girmesi ve Alman Dışişleri Bakanı'nın bizzat Bingazi'ye giderek Hafter'i ikna etmesiyle, Berlin sürecinin de önü açılmıştı. Yukarıda isimlerini tek tek saydığım ve bu sürece dahil olan ülkeler ile Libya'daki taraflar Serrac ve Hafter'in bir anda aynı çizgide buluşmasının zorluğu ortada. Ama; gelinen sürecin iyimser olmak için yeterli bir adım olduğu da çok açık.
Burada benim altını özellikle çizmek istediğim konu elbette Türkiye'nin konumudur.
Türkiye; her ihtimali göz önüne alarak ve hatta sadece B ve C planları değil, alfabenin tüm harflerini kapsayacak şekilde tüm planlamalarını yapmış durumda. Bunu geçen hafta görüştüğümüz Hazine ve Maliye, Dışişleri, Milli Savunma Bakanları ile bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın sözlerinden zaten görüyoruz. Libya'da sadece masada değil, sahada da bizzat olmanın avantajı bizde. Bugün gelinen noktada ateşkesin sağlanması ve sonrasında siyasi çözümün gelmesi en tercih edilen formül hiç kuşkusuz.
Ama, herhangibir sebepten yol kazası halinde Libya'da yeni bir denklemin sözkonusu olması Türkiye'den çok Avrupa ülkelerini ve diğerlerini endişelendirecektir.
Libya'da olası bir savaşın kazananı olmaz. Ama, çoklu kaybedeni olacağı açık. Yeni bir göç dalgasının ihtimali, Türkiye'den çok Avrupa'yı korkutuyor. Bu sefer denklem değişti. Suriye'den farklı olarak en büyük faturayı Türkiye değil, başkaları ödeyecektir. O yüzden herkes bir kez daha düşünerek adımını atacaktır.